Denizci Albay Dr. Jeffery Kuhlman adını hiç duydunuz mu?
Amerikalılar bu adı iyi bilir!
Beyaz Saray doktorlarının genelde asker kökenli olduğunu biliyor muydunuz?
Denizci Albay Dr. Kuhlman ABD Başkanı Obama’nın check-up’ını yapan heyetin başındaki isim.
Başkanın sağlık raporlarının gizlisi-saklısı yok; tv’lerden, gazetelerden ve Beyaz Saray’ın resmi internet sitesinden yayınlanıyor.
Tepeden tırnağa muayene edilen Başkan Obama’nın sağlık durumunu Amerikalılar biliyor!
Raporda; sigara içip içmediğinden kilosuna; kan ve şeker seviyelerinden kalp ritmine kadar onlarca bilgi var.
Örneğin, son yapılan check-up raporuna göre, Obama’nın kötü huylu kolestrol oranı düşük çıktı.
Meraklı iseniz; Beyaz Saray’ın internet sitesine giriniz ve raporu okuyunuz…
Bir örnek daha verip asıl konumuza geleyim…
Adı, Stanley A. Renshon.
Psikanalist bir profesör.
Uzmanlık alanı politik psikoloji. Yaklaşık 90 makalesi ve 15 kitabı var. Clinton, Bush ve Obama’nın psikolojisine ilişkin kitaplar yazdı. ABD başkan adaylarının ruh sağlığını ele alan bir kitabı var: The Psychological Assessment of Presidential Candidates.
Yazdıklarından birini paylaşayım; 7 Kasım 1972 seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti adayı R. Nixon karşısına Demokrat Parti’den G. McGovern çıktı.
McGovern yanına başkan yardımcı olarak Thomas F. Eagleton’u aldı. Fakat Eagleton’un başkan yardımcılığı adaylığı kısa sürdü. Çünkü geçmişte depresyon geçirmişti. McGovern, “hastalık ileride nüksedebilir” diye yardımcısından adaylığını geri almasını istedi. Eagleton çekildi.
Peki…
Çankaya Köşkü seçimlerini konuşuyoruz ama bizler,
Erdoğan’ın sağlığına ilişkin ne biliyoruz?..
Aniden bayılıyor
Tespit 1) Yıl: 1976.
Hacı Hasdemir, Erdoğan’ın futbol macerasını anlattığı “Aman Babam Görmesin” adlı kitabında, Erdoğan’ın ilaçlarını almadığı için Belgrad Ormanı’nda antrenman yaparken aniden bayıldığını yazıyor. Sebebi, oruç tutmasıydı!
Tespit 2) Tarih: 17 Ekim 2006.
TBMM’ye giderken makam aracında ani rahatsızlık geçiren Erdoğan, Özel Güven Hastanesi’ne götürüldü. O telaş içinde zırhlı otomobil kilitlendi. Aracın camları ve kapıları balyozla kırıldı. Erdoğan’a ilk müdahaleyi Nöroloji Uzmanı Dr. Fethiye Sümer Güllap yaptı.
Erdoğan’a o gün hastanede ne teşhis konduğu hâlâ polemik konusu. İddiaya göre, sara hastasıydı.
Resmi açıklamaya göre ise oruca bağlı olarak kan şekeri düşmüştü.
Hep bir dinsel açıklama var!
Tespit 3) Tarih: 12 Nisan 2007.
Washington Brookings Enstitüsü’ndeki panelde konuşan Zaman gazetesi Ankara Büro Şefi Kerim Balcı şöyle dedi:
“Kaynağım AKP içinden bir isim, ayrıca Erdoğan’ın özel doktorundan da aynı bilgiyi aldım. Sayın Erdoğan’ın beyninin sağ lobunda bir tümör var ve bu tümör hızla büyümemekle birlikte, epilepsi/sara sendromlarına neden oluyor.”
Tespit 4) Tarih: 20 Nisan 2008.
Aydınlık dergisi Erdoğan’ın beyninde astrositom adı verilen bir tümör olduğunu yazdı. Bu tümör, insanın duygu ve davranışlarını kontrol eden beynin prefrontal bölgesinde bulunuyordu. Tepkileri kontrol etme, duyguları anlama ve ifade etme, ayrıntılı düşünme, sorunları çözme, hatalardan ders çıkarma, planlama, sabırlı olma, dikkati sürdürme gibi özellikler beynin prefrontal bölgesi tarafından kontrol ediliyordu.
Tespit 5) Prof. Dr. Yalçın Küçük, Erdoğan’ın hastalığını ele alan “Epilepsi ile Orgazm” (2008) ve “Hasta Despot” (2010) adlı kitapları yazdı. Erdoğan dava açtı. Mahkeme ve Yargıtay reddetti.
Tespit 6) Tarih 23 Ağustos 2010.
Ordu AKP İl Başkanlığı’nca düzenlenen iftara katılmak üzere yola çıkan Erdoğan, Ünye ilçesi üzerindeyken rahatsızlanınca, uçağı acil iniş yaptı.
Tespit 7) Tarih: 26 Kasım 2011.
Pendik’teki Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Erdoğan gizlice ameliyat oldu.
Haber duyulunca Başbakanlık iki gün sonra resmi açıklama yaptı. Sindirim sisteminden başarılı bir ameliyat olmuştu.
Uzatmaya gerek var mı?..
Soru basit: Erdoğan’ın hastalığı nedir?
Çankaya Köşkü’ne aday kişinin sağlık durumunun kamuoyu tarafından bilinmesi
gerekmiyor mu?
Deli lider hastalığı
Prof. Dr. James F. Toole…
ABD’nin önde gelen Nöroloji ve Sara Araştırma Merkezi Direktörü. Amerikan Nöroloji Derneği eski Başkanı.
Anayasal sorun olarak gördüğü “Başkanlık Engelliliği” (Presidential Disability) kitabının yazarı.
Aynı konuda makaleleri var. Örneğin, American Scientist adlı bilim dergisindeki yazısının başlığı; “Deli Lider Hastalığı” (Mad Leader Disease).
Londra’da gerçekleşen Dünya Nöroloji Kongresi’nde benzer konuşmayı yapan Prof. Dr. Toole, dünyanın “Deli Lider Hastalığı” tehdidi altında olduğunu öne sürerek, meslektaşlarına bu konuda bir şeyler yapılması çağrısında bulundu.
Sara uzmanı Prof. Dr. Toole, dünya liderlerinin zihinsel dengelerinin genellikle yerinde olduğu varsayımının kabul gördüğünü ancak gerçeğin bambaşka olabileceği görüşünü savunuyor. Ve Amerikan başkanlarının yıllık sağlık taramasına, akli denge testinin eklenmesini istiyor!
Haklı…
Çünkü biliyoruz ki, bizim tarihimizde örnekleri var:
Sultan I. Mustafa 1617’de tahta çıktı; 1623’te “düşme’ye (sara’ya) bağlı delilik nedeniyle” tahttan indirildi. Ve 1639’da bir sara nöbeti sırasında öldü.
Osmanlı sara hastasını tahtan indiriyor!
Biz ise Çankaya Köşkü’ne aday oyması beklenen Erdoğan’ın sara hastası olup olmadığını hâlâ bilmiyoruz.
Erdoğan’ın hastalığı kamuoyundan neden gizleniyor?
Rahmetli İlhan Selçuk 22 Ekim 2006’da Cumhuriyet Gazetesinde yazmıştı:
Saralı Cumhurbaşkanı ister misiniz?
http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/erdoganin-hastaligi-498774/
Nasrallah 2013 yılı Mayıs’ında Suriye’ye müdahil olma kararı aldığında, İsrail ve Batılı ülkeler, bunun örgüte pahalıya patlayacağını düşünüyordu. Ancak başarılı Kalemun operasyonuyla, Hizbullah yeniden yükselişte... Ali Örnek
Suriye savaşının ilerde tarihi yazıldığında birçokları, 2013 yılının Mayıs ayında başlayan ve Haziran başında sona eren Kuseyr savaşını bir dönüm noktası olarak yazacaktır. Bu tarihe kadar Suriye ordusu, militanlar karşısında belirleyici zaferler kazanamıyor, militanlar da Devlet Başkanı Beşar Esad’ı koltuğundan edecek büyük bir atılım yapamıyordu. Mayıs ayında Hizbullah’ın Suriye savaşına resmen müdahil olmasıyla denge Suriye ordusu lehine değişmeye başladı. Humus’un güneyinde, militanların bir yıldan uzun bir süredir elinde olan Kuseyr, Lübnan’dan Suriye’ye yönelik silah, mühimmat ve savaşçı sevkiyatının yapıldığı en önemli kapıydı. Bu kapının alınmasında Hizbullah savaşçılarının payı büyük oldu. Kuseyr savaşı sürerken Esad “Kuseyr’i aldıktan sonra üstün el bize geçecek” diyordu ve öyle de oldu. Kuseyr zaferinin ardından, batılı istihbaratçılar sıklıkla Suriye’nin 2006’da İsrail’i hezimete uğratan Hizbullah için bir çeşit Vietnam’a dönüşeceğini iddia ettiler. Eşzamanlı olarak Suriye’deki el-Kaide bağlantılı örgütlerin Lübnan’da da faaliyet yürütmeleri, Hizbullah’ın kalesi Dahiye’ye bile uzanıp bombalı saldırılar düzenlemeleri, artık Lübnanlı direniş örgütünün ülkesinde de batağa saplanacağına yoruldu.
Ancak beklenen olmadı. Bilakis, Lübnan-Suriye sınırı boyunca Hizbullah, Suriye ordusunun desteğiyle Kalemun bölgesinde yeni başarılara imza attı. Son olarak bu bölgenin en güneyindeki Zebadani’nin kontrol altına alınmasıyla, Kalemun operasyonu başarıyla sona erdi. Böylelikle, hem Şam ve Humus gibi iki kritik kent üzerinde silahlı grupların baskısı zayıflatıldı, hem de Lübnan yeni bir Irak olmaktan kurtuldu.
İsrail'den itiraflar
Şimdi İsrail basını, Tel Aviv yönetiminin Hizbullah’ın savaşa dahil olmasıyla büyük bir hata yaptığına dair tahminlerinin ne kadar yanlış olduğuna yönelik haberlerle dolu. İsrail istihbaratının sitesi olarak bilinen DEBKAfile’a göre, bu hesap hatasının sorumlusu Askeri İstihbarat Şefi Tümgeneral Aviv Koçavi Kuzey Komutanlığı’na atanarak bedelini ödedi. DEBKAfile, ABD’nin de Lübnan Büyükelçisi David Hale aracılığıyla Hizbullah ile temasa geçtiğini iddia ediyor. Bu görüşmelerin nedeniyse, Hizbullah’ın Suriye’de kritik bir aktör olması...
Maariv gazetesi ise İsrail ordusundan üst düzey komutanların görüşüne yer veriyor. Generallere göre, İsrail ordusu, Hizbullah’la her an başlayabilecek bir savaşa hazır değil. Bu haberlerin, İsrail’in gerçek görüşünü mü yansıttığı yoksa olası savaş veya müdahale planlarına dair Tel Aviv yönetiminin içindeki tartışmaların yansıması mı olduğu henüz net değil.
http://haber.sol.org.tr/dunyadan/hizbullah-krizden-guclenerek-cikti-haberi-91706
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesine yaptırım uygulayan ABD ve AB'yle ilgili kararını verdi. Putin, ABD ve AB'ye karşı yaptırıma şimdilik gerek olmadığını ancak Batı'nın bu tavrında ısrarlı olması durumunda karşılık vereceklerini söyledi.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD ve AB'nin Rusya'ya yönelik
yaptırımları ile ilgili olarak açıklama yaptı. Putin, karşı yaptırıma
şimdilik gerek olmadığını ancak Batı'nın bu tavrında ısrarlı olması
durumunda karşılık vereceklerini söyledi.
Avrasya Yüksek Ekonomik Konseyi toplantısı için Belarus'un başkenti Minsk'te bulunan Putin, ABD ve AB'nin Ukrayna'ki gelişmelere yönelik Rusya'ya ek yaptırım kararı almasını değerlendirdi.
Putin, "Eğer benzer olaylar devam ederse, biz de Rusya'da enerji alanı başta olmak üzere kilit sektörlerde kimin nasıl çalıştığını düşünmek zorunda kalırız" dedi.
ABD'nin birinci yaptırım paketini "dostça olmayan" ve "Rusya-ABD ilişkilerini sekteye uğratan bir hamle" olarak değerlendirdi. Putin, ikinci yaptırım paketinin nedeni anlamanın ise zor olduğunu vurguladı.
Rus lider, Ukrayna'da yaşananların Rusya ile "hiçbir bağlantısının olmadığını" belirtti. Putin, "Partnerlerimiz Ukrayna krizinin çözümünde güç kullanma senaryosunu seçti ve sonra bunun nereye gittiğinin farkına vardı, şimdi de suçlu arıyorlar. Ama Rusya'nın bununla ilgisi olduğunu söylemek zorundayım" değerlendirmesinde bulundu.
http://www.ulusalkanal.com.tr/dunya/putinden-cok-sert-yanit-h26962.html
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Demir, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağırdı.
Kılıçdaroğlu’ndan şikâyetçi olan kişinin Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan olduğunu Türkiye Odatv'nin haberiyle öğrendi. (İlgili haberimiz için tıklayınız)
Şikâyet gerekçesinin de; 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonra yaptığı açıklamalarla kendisine hâkaret ettiği iddiası olduğu belirtildi.
Odatv'nin gündeme bomba gibi düşen haberinin ardından ilk tepkiler CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ve CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi'den geldi.
AKİF HAMZAÇEBİ: SAVCI SUÇ İŞLEMİŞTİR
CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ifadeye çağırılmasıyla ilgili olarak, "Şikayetçinin kimliği ile Sayın Kılıçdaroğlu'nun daveti yan yana getirildiğinde bunun sehven yapılmadığını düşünüyorum. Anılan savcı suç işlemiştir. Böyle bir suç hiç kimsenin koruması altında olmamalıdır" dedi
CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, çıkışta gazetecilerin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ifadeye çağırılmasıyla ilgili sorusun yanıtladı. Hamzaçebi, "Sayın Genel Başkanımıza yönelik İstanbul'daki bir Cumhuriyet Savcısının 'sehven' şeklinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından bir açıklama ile kamuoyuna duyuruldu. Fakat dosyanın şikayetçisinin kimliği ortaya çıktığında bu işlemin sehven olmanın çok ötesinde bilinerek yapılan bir işlem olduğu kanaati bende oluşmuştur. Yasama dokunulmazlığı olan bir kişi hakkında Cumhuriyet Savcılarının doğrudan ifade vermeye davet etmesi mümkün değildir. Şikayetçinin kimliği ile Sayın Kılıçdaroğlu'nun daveti yan yana getirildiğinde bunun sehven yapılmadığını düşünüyorum. Anılan savcı suç işlemiştir. Böyle bir suç hiç kimsenin koruması altında olmamalıdır"dedi.
GÜRSEL TEKİN: AR DAMARI ÇATLAMIŞLIK TAM DA BUDUR
Ayrıca Hürriyet'e açıklamada bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, Kemal Kılıçdaroğlu'nun ifadeye çağırılmasının Bilal Erdoğan'ın şikayeti üzerine yapılmış olmasına sert tepki gösterdi. "Ar damarı çatlamışlık tam da budur" diyen Tekin CHP'nin bu meseleyi "namus meselesi" haline getireceğini söyledi. Tekin Hürriyet'e yaptığı açıklamada şikayetinin Başbakan Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan olduğunun ortaya çıkmasının kendisine bir Nasreddin Hoca fıkrasını hatırlattığını belirterek "Hırsızın hiç mi suçu yok" dedi.
Tekin şöyle konuştu:
"Hırsız var diyene hırsız tarafından yargı sopası gösteriliyor. Gözdağı veriliyor. Tarih bunları utanç düzeni olarak yazacaktır. Bu konu bana Nasreddin Hoca'nın fıkrasını hatırlattı. Hırsızın hiç mi suçu yok demişti hoca. Bu tam da bugüne uygun. Bu durumu bütün kamuoyunun vicdanına sunuyoruz"
http://www.odatv.com/n.php?n=ar-damari-catlamislik-tam-da-budur-3004141200
CHP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 102 gün kala seçim sürecinde yaşanacak yasal boşluğu kapatacak iki yasa teklifini hazırlayarak TBMM Başkanlığı’na sundu. CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, Cumhurbaşkanı adayı olması halinde Başbakan veya bakanlar kurulu üyelerinin görevlerinin sona ermesini zorunlu kılan yasa teklifinin yanı sıra aynen genel ve yerel seçimlerde olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı seçiminde de siyasi partilere ve hatta partilerinden bağımsız olarak 20 milletvekilinin çıkaracağı cumhurbaşkanı adayına da Hazine yardımı yapılmasını içeren iki yasa teklifini TBMM’ye sundu.
BAĞIMSIZ CUMHURBAŞKANI ADAYINA DAHİ MADDİ DESTEK
Yazılı açıklama ile her iki yasa teklifini duyuran Umut Oran, açıklamasında şunları kaydetti:
“Cumhurbaşkanlığı seçimi kanununda adaylara yardım konusu bilerek boşlukta bırakılmış sanırım. İktidar olanaklarını kullanan parti açısından bir sorun olmayabilir ancak Cumhurbaşkanlığı gibi partilerüstü, tüm toplumu ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini ilgilendiren bir konuda iktidar karşısında çıkacak adayların da eşit silahlara sahip olması büyük önem taşımaktadır. Diğer adayların da güçlü ve bağmışız bir seçim propaganda dönemi yürütebilmesi açısından desteklenmeleri çok önemli çünkü sadece 81 ile gidip miting yapmanın maliyeti bile 5 milyon TL. Bu nedenle aday çıkaracak partilere ve hatta partilerinden bağımsız olarak diyelim ki 20 milletvekilinin dahi çıkaracağı adayın maddi olarak desteklenmesi de adil ve saydam bir seçim için çok anlamlı olacaktır. Yasada bağış konusu düzenlenmiş ama Türkiye’de bu sistemin temelleri, örneği, pratiği henüz yok. Üstelik Cumhurbaşkanlığı seçim takvimi de çok kısa adaylar ne zaman belirlenecek de bağış toplamaya başlayacak. Siyasetin finansmanı ve saydamlık açısından da teklifimizin önemli olduğunu düşünüyorum. Zira yapılacak hazine yardımının hangi hesaba yatırılacağı nasıl harcanacağı zaten YSK tarafından denetlenecek o açıdan bir keyfiliğin, kötüye kullanımın önleneceğini düşünüyorum.”
ADAY OLURSA BAŞBAKANLIKTAN AYRILMIŞ SAYILACAK
Diğer yasa teklifinde ise cumhurbaşkanı adayı olacak başbakan veya bakanlardan birisinin seçim propaganda döneminde görevine devam edip etmeyeceği konusunda da yasada boşluk bulunduğuna işaret eden Umut Oran, “Teklifim bu haliyle yasalaşırsa 6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanununda, hakime savcıya, kamu personeline, seçimle gelmiş olan örneğin bir büyükşehir belediye başkanına dahi getirilmiş olan cumhurbaşkanlığına aday olunduğu takdirde görevden ayrılmış sayılma hali başbakan veya bakanlardan birisinin adaylığında da geçerli olacak. Böylece seçim sürecinde yürütmenin gücünü pervasızca kullanılması önlenmiş olacak. Örneğin Recep Tayyip Erdoğan partisinin cumhurbaşkanı adayı olur ise aday listesinin kesinleştiği tarihte Başbakanlık görevinden ayrılmış sayılacak” dedi.
ANAYASA’YA AYKIRI DEĞİL
Umut Oran, tekliflerinin, Anayasa’nın 67’nci maddesinde yer alan seçim yasasında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmayacağına dair yasak kapsamına girmediğini, değişikliğin Siyasi Partiler Kanunu ile Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu ile ilgili olduğunun da altını çizdi!
TEKLİFLER NEYİ İÇERİYOR
CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın, 6271 sayılı Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi yürürlük ve yürütme dahil toplam 3 maddeden oluşuyor. Teklifinin gerekçesinde Umut Oran, “Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nda Cumhurbaşkanı adayı gösterilen Bakanlar Kurulu üyeleri ile Başbakan’ın durumunun ne olacağı belirsiz bırakılmış, böylelikle idarenin başında bulunan bu makamlarda görev almış şahıslar ile diğer kamu görevlileri arasında bir ayrım yaratılarak eşitsizlik meydana getirilmiştir. İlgili teklif ile adil rekabet koşullarının sağlanması ve demokratik toplumun temel ilkelerine uygun bir şekilde, Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilen Başbakan ve Bakanlar Kurulu Üyelerinin de diğer adaylarla eşit koşullarda yarışmasının önünün açılabilmesi amacıyla bu görevlerinden ayrılmış sayılmaları amaçlanmaktadır” ifadesini kullandı. Teklif bu haliyle yasalaştığı takdirde, Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilen Başbakan ve Bakanlar Kurulu Üyelerinin de diğer adaylarla eşit koşullarda yarışmasının önünün açılabilmesi amacıyla, aday listesinin kesinleştiği gün bu görevlerinden ayrılmış sayılacaklar.
Umut Oran’ın hazırladığı ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’ın da imzaladığı 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ise yürürlük-yürütme dahil toplam 4 maddeden oluşuyor.
Genel seçimlerde yüzde 7 ve üzeri oy alan siyasi partilere Hazine yardımı yapılmasına karşın Cumhurbaşkanı Seçiminde böyle bir düzenleme bulunmuyor. CHP’nin Cumhurbaşkanlığı teklifinde ise aday çıkaracak siyasi partilerin yanı sıra 20 milletvekilinin desteğini alarak partiler dışında çıkabilecek olası cumhurbaşkanı adaylarına da yardım yapılması öngörülüyor.
BAĞIŞLARLA İLGİLİ ETİK TARTIŞMA OLUR
Bu teklifin gerekçesinde ise şu ifadelere yer verildi:
“Ortaya çıkan boşluk seçim hukuku açısından büyük bir sorun yaratmakta, siyasi partilerin hangi mahiyette çalışacakları, Cumhurbaşkanı adaylarının nasıl çalışacağı ve topladıkları bağışlar karşısında kişilere ne gibi yükümlülükler altına gireceği etik bir tartışma olarak ortada durmaktadır. Siyasi partiler hukukumuzda siyasal partilerin tam bağımsız bir şekilde hareket edebilmesi, bu yönüyle hiçbir gerçek veya tüzel kişiye etik bir yükümlülük altında bulunmaması için siyasi partilere kamu yardımı yapılması öngörülmüştür. Bu durumun tam olarak tarafsız ve bağımsız olan Cumhurbaşkanı için de geçerli olması, seçim sürecinin başlangıcından itibaren de bu durumun korunması doğal bir durum olacaktır.
BAĞIMSIZ ADAYLAR DA GÜÇLÜ OLABİLMELİ
Yine Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nda Cumhurbaşkanı adaylarına yönelik kamu yardımı düzenlenmemiş olup, bu durum adaylar arasında adil ve şeffaf bir siyasi rekabet yaşanmasına yönelik bir boşluk bırakmaktadır. Halbuki Cumhurbaşkanı Adaylarının da demokratik bir seçim dönemini yürütebilmeleri, halkımızın karşısında bağımsız olarak çıkabilmeleri gerekmektedir. Cumhurbaşkanı adayları açık olmalı, kamuoyuna hesap verebilmeli, şeffaf bir şekilde kampanya sürecini yönetebilmeli ve halka hizmet etmek için gereken imkanlara sahip olmalıdır. Yapılan düzenleme ile boşluğun kapatılması amaçlanmış, adaylara eşit ve adil bir yardım ile siyasi rekabeti sürdürme imkanı tanınmıştır.”
http://www.odatv.com/n.php?n=bu-yasa-gecerse-erdoganin-basbakanligi-dusebilir-3004141200
Başbakan Erdoğan,
ABD’nin Fethullah Gülen’i ya iade ya da sınır dışı etmesini istedi.
Başbakan Erdoğan, PBS kanalının deneyimli televizyoncusu Charlie Rose’la
görüştü. Erdoğan, görüşmede, önümüzdeki dönemde izleyecekleri
politikalar ve Fethullah Gülen’le ilgili açıklamalar yaptı. Erdoğan’ın
Rose’la görüşmesinde verdiği mesajlar şöyle:
İsrail’le büyükelçi ataması gündemde
- Başkan Obama’ya,
dostuma, o süreçteki gayretleri sebebiyle çok teşekkür ediyorum.
Başbakan Netanyahu’nun telefondaki özrü, Başkan Obama’nın çabalarıyla
mümkün olan bir adımdı. Tazminat meselesi var burada. Bir anlaşmaya
vardık. Buna artık bir anlaşma diyebiliriz. Tazminat konusunda bir
anlaşmaya vardık. İnsani yardım götürme noktasında şu anda görüşmeler
var. Normalleşmenin sonraki adımında büyükelçi ataması var.
Fethullah Gülen
- Fethullah Gülen’le
belediye başkanıyken görüşmelerim olmuştu. Başbakan olduktan sonra
telefon görüşmelerim dışında bir görüşmem olmadı. İlk iki dönem
ilişkilerimiz de iyiydi. Aslında problem 2010 Anayasa referandumu
olayından sonra başladı. Orada bir güç ele geçirme olayı vardı. Yani
Emniyetle, güvenlikle, öbür tarafta yargı arasında o dayanışmayı
sağlamaya yönelik bir adımdı. Sonra MİT müsteşarına yönelik girişimleri
oldu. Kabul edeceğim bir durum değildi. Birçok değişik organizasyona
sızmaya çalıştıklarının farkındaydık, ama nihai kötü niyetlerinin
farkında değildik. Sonra bunu hissettik. Önlemlerimizi almaya başladık.
Benim ofisime böcek yerleştirmişler. Bakanları dinlemişler. Bunu örgüt
olarak görüyorum. Bizim model ortağımızdan (ABD) beklentilerimiz var.
Bunları sınır dışı etmeli. İade etmeli. Bunu ümit ediyorum. En azından
sınır dışı etmeliler.
Twitter’ın durumu
- Ben de diyorum ki,
ABD’de bu nasılsa, uygulaması nasılsa bizde de aynı şekilde olmalı.
Verginizi ödeyin ve burada kanunlara uyuyorsanız Ak Parti Hükümeti’nin
yapacağı bir şey yok. Twitter bir defa herkesin özgürlük alanına uymak
zorunda. Ofis açmak zorunda. Twitter ABD’de vergi ödüyor mu? O zaman
benim ülkemde de ödemek zorunda. Eğer mahkeme kararlarına uymazlarsa
kapatırız. Gidin deriz.
Anayasa Mahkemesi
- Biz Anayasa
Mahkemesi’nin verdiği karara uyarız ama eleştirimizi de yaparız. Öyle
kararlar veriyorlar ki hukuki değil, politik. Yargının kararlarıyla
konuşması gerekir. Ama başkan bir konuşma yaptı, Cumhurbaşkanı, Meclis
Başkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı orada. Herkese ders verdi. Benim
üzülerek dinlediğim bir konuşmaydı. Bu konuşmanın altından da Sayın
Başkan ömrü boyunca kalkamayacak.
‘Suriye’ye Libya gibi müdahale edilsin’
- Şu ana kadar
ülkemizde bizim 700 bini aşkın sığınmacı var. Bunların yaklaşık 200 bini
çadırlarda, konteynerlerde yaşıyor. 500 bini çeşitli şehirlerde.
Şimdiye kadar 3.5 milyar dolar harcadık. Bize yurtdışından gelen destek
150 milyon dolar. Bunun 50 milyon doları Suudi Arabistan, 25 milyon
doları BM’den, kalanı da çeşitli ülkelerden. Gıdası, eğitimi, sağlığı
her şeyleriyle biz ilgileniyoruz. Bu noktada biz istiyoruz ki, Batı ses
çıkarsın. Amerika ile dayanışma içinde olmamız gerekiyor. Cenevre
görüşmelerinden hiçbir şey çıkmadı. BM nerede, ABD nerede?
Libya’da hangi adım
atıldıysa, burada da bu tür adımlar farklı bir biçimde atılabilir. Yani
şu anda Libya’da atılan adımı kim, nerede, nasıl... Kimse bunun hesabını
soruyor mu? Şimdi burada da atılması gereken adımlar üzerine karar
alınması gerekiyor. Birçok yerlerde yaptırımlar uygulanıyor. Burada ne
uygulanıyor? Herhalde bir şey yok.
Başbakan Tayyip
Erdoğan 'Suriye ile savaş halindeyiz' derken, oğlu Burak Erdoğan'ın
Suriye ile ticaret yaptığının ortaya çıkması tepki çekti.
Başbakan Tayyip
Erdoğan, seçimin ardından yaptığı balkon konuşmasında "Suriye ile savaş
halindeyiz" derken, oğlu Burak Erdoğan'ın kendine ait G. İnebolu
gemisiyle Suriye ile ticaret yaptığının ortaya çıkması tepki çekti.
Rusya Novorossiysk
Limanı’ndan 3 Nisan 2014'te hareket eden Burak Erdoğan'a ait Manta
Denizcilik'in G. İnebolu gemisi 10 Nisan 2014'te İstanbul’a geldi. Aynı
gün İstanbul’dan saat 23.29’da ayrılan gemi Ege ve Akdeniz’den geçerek
14 Nisan 2014'te Suriye’nin Tartus Limanı’na demir attı. Aydınlık konuyu
dün manşetten duyurdu.
Oğlu Burak Erdoğan’a
ait gemiler Suriye’ye ticari mal ve gıda malzemeleri taşırken "Suriye
ile savaş halindeyiz" diyen Başbakan Erdoğan’a her kesimden eleştiri
geldi.
CHP Hatay
Milletvekili Refik Eryılmaz: "Bunlar samimi değil. Suriye’yi bölmek
isteyen emperyalistlerin taşeronu. Bu kirli savaşta AKP'ye yakın
aktörler rant peşinde. Bunlar bir taraftan muhalefete silah, techizat ve
mal satarken diğer taraftan da Suriye rejimi ile ticari ilişkiler
içinde. Burada bir rant var. Biz Meclis’e soru ve araştırma önergesi
verdik ama kimse cevap vermedi. Bunların dini imanı para. Suriye’de
ölen, katledilen insanlar bunların umrunda değil. Niye gemi orada diye
sorgulamıyorum. Ama hem Esad’a ağza gelmeyecek laflar et, hem de onunla
ticari ilişkiye gir. Bu samimiyetsizliktir."
MHP Grup
Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu: "Başbakan iş paraya geldiği zaman her şeyi
unutuyor. Söz konusu para olunca 'cani, katil' dediği insanların
caniliği, katilliği ortadan kalkıyor. Bu bırakın bir başbakan, bir
milletvekiline insanlığa yakışmaz."
İşçi Partisi Genel
Başkan Yardımcısı Bayram Yurtçiçek: "AKP Hükümeti, Esad’ın gitmeyeceğini
anladı ve kabullendi. Bu yüzden kıyıdan, köşeden ilişkilerini
geliştirmeye çalışıyor. Bunların 'Esad rejimi Müslümanları, halkı
eziyor' sözleri palavra çıktı. İşin içine para girince işin şekli
değişiyor."
AKP kurucularından
Eski Başbakan Yardımcısı Abdullatif Şener: "Başbakan, kendisinin ve
ailesinin şahsi kazancı ötesinde hiçbir şey düşünmüyor. Onun için önemli
olan her şart altında kazanmak ve birikimini arttırmaktır. Başbakan bir
taraftan Suriye’deki olayları tahrik ederken, Türkiye’deki gençleri
kanlı savaşa yönlendirici konuşmalar yaparken, Esad yönetiminin hakim
olduğu bölgeye, ihtiyaçları olan ürünleri oğlunun gemileri ile
göndermesi çelişkidir ve skandaldır. Türk halkı bunu sorgulamalı ve
Başbakan Türk halkına hesap vermeli ve bu olaya cevap vermelidir.”
AKP kurucularından
eski Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır: Bu ikiyüzlülüktür,
ciddiyetsizliktir. Beni şaşırtmadı. Bu olay daha büyük felaketlerin
habercisidir. Siz basın olarak halkın haber alma özgürlüğü içinde
haberinizi yaptınız. Normalde yürütme ve yargının bunu sorgulaması
gerekiyor. Ama maalesef ülkemizde olmuyor. Bir taraftan düşman ilan et,
diğer taraftan oğlunun gemisi ile ticaret yap. Kimin oğlu olursa olsun
vakıfları, dernekleri, mal varlığı araştırılır ve şeffaf olur. Ama bizde
denetim olmadığı için kimse, birilerine dokunamıyor."
'Gemicik Esad'a çalışıyor' gündem yarattı
Başbakan Erdoğan'ın
oğlu Burak Erdoğan'ın gemisinin, Rusya-Suriye arasında ticaret yaptığını
ortaya çıkaran muhabirimiz Derya Derviş'in haberi dünün en çok
konuşulan konularından oldu.
Aydınlık'ın
haberini, Odatv, "Bu bir: 'Babamın güvenini kazanmaktansa para kazanmayı
tercih ederim' haberidir. Başbakan'ın oğlu Suriye'ye çalışıyor" manşeti
ile verdi. Gerçek Gündem haberi "Bomba iddia! Gemicik Suriye'de"
manşeti ile verirken, eGündem "Gemicik Suriye'de” manşetini kullandı.
Sosyal medyada da gündem konusu olan haberimize Twitter'da şu yorumlar yapıldı:
@M_Ozyurtt: Gemicik Suriye'ye ne taşıyor? Burak Erdoğan'ın gemicikleri Suriye'ye silah mı taşıyor? Bu işte bir MİT yeniği var!
@lSlL_: Para, para, para... RTE'nin oğluna ait gemicik devirmek istediği Esad'a çalışıyor.
@utkuuhan: Usta,
balkon konuşmasında “Suriye ile savaştayız” derken oğlu Burak Erdoğan’ın
gemisi Rusya ile Suriye arasında ticaret yapıyor.
Derya Derviş
Amerikalı gazeteci,
Gülen’in, Kanada’ya sınır dışı edilebileceğini söyledi. Madsen,
Türkiye’de yargılanması durumunda Fethullah Gülen’i CIA’nın kontrol
edemeyebileceğini de ifade etti
Amerika Birleşik
Devletleri’nde (ABD) Pensilvanya’da bir malikanede yaşayan Fethullah
Gülen’in sınır dışı edilebileceği iddia edildi. Aydınlık’ın sorularını
yanıtlayan Amerikalı araştırmacı gazeteci Wayne Madsen, Fethullah Gülen
ile ilgili çok çarpıcı bilgiler paylaştı. Madsen, Gülen’in yakın zamanda
Kanada’ya gitmek zorunda kalabileceğini söylediğini ifade etti.
‘ABD artık Fethullah Gülen için güvenli bir liman değil!’
Gülen’in, ABD’de
oturma iznini kaybedebileceğinden korktuğunu söyleyen Madsen,
konuşmasına şöyle devam etti: “Eğer gerçekten durum buysa, belki de
Erdoğan hükümeti Obama’ya baskı uyguluyor. Bu bilgi bir şekilde Gülen’e
sızdı ve artık ABD, kendisi için bir zamanlar olduğu gibi sığınacak bir
liman değil. Şimdi Kanada’ya gitmeyi düşünüyor. Elbette Kanada’da tutucu
bir hükümet var ve belki de bugünlerde onun için daha iyi bir liman.
Ancak ne olacağını görmek ilginç olacak.”
‘CIA, Gülen’i Türkiye’de kontrol edemez’
Aydınlık’ın internet
üzerinden yaptığı görüşmede tecrübeli Amerikalı gazeteci, Fethullah
Gülen ile CIA arasındaki ilginç bir bağlantıyı da paylaştı. Gülen’in
Türkiye’ye neden dönmediği sorusuna Madsen, “Mahkemeye çıkarılması
halinde CIA’nın Fethullah Gülen’in söyleyeceklerini kontrol
edemeyebileceğinden kaynaklanıyor olabilir” ifadesini kullandı.
‘Anlaşılan Adalet Bakanlığı’nın elinde kritik bilgiler var’
Gülen’in kalıcı
oturma izni davası esnasında mahkemeye katılan ve savcıları tanıyan
kişilerle konuştuğunu belirten Madsen, “Adalet Bakanlığı Fethullah
Gülen’in CIA sayesinde Amerika’da olduğuna inanıyor. Anlaşılan o ki
ellerinde kendisini ‘istenmeyen yabancı’ yapan bilgiler vardı” dedi.
Gülen dönmek istemişti, ABD izin vermemişti
Amerikalı gazeteci
Madsen’in Gülen’in Türkiye’ye dönememesiyle ilgili “Mahkemeye
çıkarılması halinde CIA’nın Fethullah Gülen’in söyleceklerini kontrol
edemeyeceğinden kaynaklanıyor olabilir” sözü dikkat çekti. Aydınlık 14
Mayıs 2006’da, “Fethullah dönmek için Askeri Ataşeye başvurdu, ABD
bırakmadı” başlıklı bir haber yayımlamıştı. Haber şöyle: “Fethullah
Gülen, yakınlarını ricacı olarak askerlere yolladı. Washington’daki
Askeri Ataşeliğin devreye girerek, Türkiye’ye dönüşü için yardımcı
olmasını istedi.”
Gülen hakkında 1998
yılında, Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesini değiştirmek için terör
örgütü kurduğu savıyla tutuklama kararı çıkartılmış, 21 Mart 1999’da da
ABD’ye kaçmıştı. Haberde 2006 yılının başlarında Gülen’in yakınları ve
doktorlarının Washington’daki Askeri Ataşelikle temasa geçtiği, ancak
ABD’nin Gülen’in Türkiye’ye dönmesini onaylamadığı belirtilmişti.
Dünya çapında kültür
oluşturma sahasına dikkat edildiği zaman Batının, özellikle Amerika ve
İngiltere devletinin Yahudilerin mali ve insani sermayesiyle beslenerek gerek
kendi gerekse diğer milletler arasında yaymak istedikleri bir takım özel
şeylerin propagandasını yaparak yaygınlaştırmak istediklerini göreceğiz ki;
Batı’nın şiddetle ilgi ve alaka konusu yaptığı “Eşcinsellik”in kültür haline
getirilmesi bunlardan birisidir.
Söz konusu
sistemlerin eşcinselleri savunmalarına (psikolojik açıdan doğal ve insani
eğilimlere duçar olup kendi dengesini yitirmiş ve psikolojik tedaviye ihtiyacı
olan fertler unvanıyla) insan hakları savunucuları açısından bakılmasa bile
yine de çeşitli toplumlar arasında bu fertler ve fertlerin sayısıyla bunlara
yapılan mali, siyasi ve toplumsal desteklerin çokluğunda hiçbir uyumun
olmadığını göreceğiz. Örneğin İngiltere toplumunun yüzde bir buçuğunu
eşcinseller oluşturur ve yüzdelik açısından son derece küçük bir cemiyetin
resmi olarak tanınmasında harcanan geniş çaplı paralarla ülkenin siyasi ve
toplumsal akımları arasında hiçbir münasebet yoktur.
Türkiye’de de Harun
Yahya olarak tanınan Adnan Oktar gibi şahıslar insani olmayan bu düşüncenin
propagandasını yapmaktadırlar.
Bu noktaya dikkatle
Adnan Oktar’ın böylesine mezhepsel kural tanımaz unvanıyla eşcinsellik akımına
duyduğu ilgi ve alaka onun sanal âleme yansıttığı davranışlarında görülmesi son
derece ilginçtir.
Şimdi sorulması
gerekir ki geçmişten bu güne asırlardır parlak dini geçmişi olan Türkiye gibi
bir ülkede bu gibi şahsiyetlerin eşcinsellik akımıyla mı uğraşmaları gerekir?
Bu tür akımların
propaganda yapılması kararının Türkiye mason locaları tarafından alındığı ve bu
locaların Yahudi Oligarşisi’yle birebir ilişkilerinin sonucu olduğunda hiçbir
şüphe yoktur.
28/04/1971
Sıkıyönetim, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi. Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri 10 gün süreyle kapatıldı.
Sıkıyönetim, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi. Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri 10 gün süreyle kapatıldı.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın evsahipliğinde, İStanbul Hilton otelinde gerçekleştirilen “Anayasa Mahkemeleri ve Muadili Kurumlar Birliğinin 2. Kongresi”ne üye ülkelerden gelen mahkeme başkanları ve üyeleri katıldı.
Cuma günü Ankara’da düzenlenen törende yaptığı konuşmada, hükümete yönelik eleştirileri ile gündeme oturan Haşim Kılıç’ın, başkanlığı ve evsahipliğini yaptığı uluslararası toplantı sırasında çok sıkı korunması dikkat çekti.
Dünyanın pekçok ülkesinden Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın hazır bulunduğu toplantıda, konuların etrafında özel korumaları olmadığı gözlenirken, “evsahibi” Haşim Kılıç’ın yakın koruması AYM Başkanı’nın etrafından bir an bile ayrılmadı.
Kılıç konuşmasını yaparken bile arkasında duran korumanın, toplantı boyunca Haşim Kılıç’ı adeta gölge gibi takip etmesi dikkat çekti.
http://sozcu.com.tr/2014/gundem/hasim-kilica-koruma-kalkani-497361/
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ile Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ortak basın
toplantısı düzenledi. Alman Cumhurbaşkanı, basın toplantısında Twitter
ve YouTube yasağından Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın
açıklamalarına kadar bir çok konuda çok konuşuacak açıklamalarda
bulundu.
Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’in konuşmasından satır başları:
Mülteci kamplarını görünce çok etkilendik. Bunu Almanya’ya dönünce anlatacağız. Ülkeme dönünce şunu da soracağız, “Biz acaba yardım etmek için gerekeni yaptık mı?” Bu olayın kurbanı olan insanlara yardım etmemiz gerekiyor.
“EKONOMİK BAŞARI….”
Türk ve Alman silahlı kuvvetleri arasında çok olumlu bir ilişki olduğunu gördük. Alman askerleri şehre istedikleri zaman inebildiklerini, çay içtiklerini hediye alabildiklerini söylediler. Başkentten çok uzakta olan bir ildeydim. Arabayla yüzlerce kilometre yol kat ettim. Ama ne kadar büyük bir ekonomik başarının yaşandığını gördüm bu seyahatte. Yeni bir orta sınıfın ortaya çıktığını gördüm.
Azınlıklarla barışma, Kürtlerle Alevilerle yeni ilişkilerin gelişmesi gibi unsurlara değindik. Ermeni dediğimizde Türkiye için çok hoş olmayan anılar ortaya çıkıyor. Sayın Cumhurbaşkanı Sayın Başbakan’ın sözlerini hatırlattı. Demokratik bir toplum kendi geçmişini sorgulayabilmeli. Bu, Almanya’yı güçsüz kılmadı. Suçumuzu ve utancımızı ifade ettik. Bu bize bir zaaf katmadı. Türkiye’deki bu ifadeler olumlu algılandı.
Dostlar bir araya geldiğinde diğerinin duymaktan hoşlanmayacağı şeyleri de söyleyebilmelidir. Bugüne kadar kimsenin sormadığı soruları sormuyoruz. Toplumun içinde bulunduğu konulara değiniyoruz.
“TWITTER YASAKLANMAK ZORUNDA MI”
Örneğin Twitter ve YouTube yasaklanmak zorunda mı? Anayasa Mahkemesi başkanı neden bu kadar eleştirel konuştu? Şimdiki hükümetin önemli bir seçim zaferiyle bu kadar büyük bir güce sahipken neden yargıya müdahale etmeli? Bu gerçekten demokrasiyi güçlendirecek mi? Bu soruları birbirimize soruyoruz…
“AB VE AB DEĞERLERİNE KESİN BAĞLILIK”
Şunu da tespit ettik, sayın Cumhurbaşkanı kendi bakış açısına sahip bu konuda ve bunu da ifade ediyor. Beni en çok memnun eden AB’ye ve AB değerlerine kesin bir bağlılık ifadesiydi sayın cumhurbaşkanından duyduğumuz. Bizi birleştiren değerler Türkiye için de geleceğe yönelik değerler. Avrupalılar zaman zaman yeterince dost olmadığı şeklinde algıladıysa Türkiye bunlar geçici diye düşünüyorum.
Başka ülkelerde Türkiye için bir rol modeli göremedik. Bu büyük ülkenin geleceğini sadece ve daha da yoğun bir şekilde Avrupa ile işbirliği içinde düşünüyoruz. Bunun zamanına değinemeyiz bunu bilmiyoruz ama ortak olarak yönümüzü belirlemiş bulunuyoruz. Eleştirel sorular sormuş olsam dahi son derece dostane bir görüşmeydi. Birbirimize bağlı olduğumuzu gösteren bir görüşmeydi.
Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’in konuşmasından satır başları:
Mülteci kamplarını görünce çok etkilendik. Bunu Almanya’ya dönünce anlatacağız. Ülkeme dönünce şunu da soracağız, “Biz acaba yardım etmek için gerekeni yaptık mı?” Bu olayın kurbanı olan insanlara yardım etmemiz gerekiyor.
“EKONOMİK BAŞARI….”
Türk ve Alman silahlı kuvvetleri arasında çok olumlu bir ilişki olduğunu gördük. Alman askerleri şehre istedikleri zaman inebildiklerini, çay içtiklerini hediye alabildiklerini söylediler. Başkentten çok uzakta olan bir ildeydim. Arabayla yüzlerce kilometre yol kat ettim. Ama ne kadar büyük bir ekonomik başarının yaşandığını gördüm bu seyahatte. Yeni bir orta sınıfın ortaya çıktığını gördüm.
Azınlıklarla barışma, Kürtlerle Alevilerle yeni ilişkilerin gelişmesi gibi unsurlara değindik. Ermeni dediğimizde Türkiye için çok hoş olmayan anılar ortaya çıkıyor. Sayın Cumhurbaşkanı Sayın Başbakan’ın sözlerini hatırlattı. Demokratik bir toplum kendi geçmişini sorgulayabilmeli. Bu, Almanya’yı güçsüz kılmadı. Suçumuzu ve utancımızı ifade ettik. Bu bize bir zaaf katmadı. Türkiye’deki bu ifadeler olumlu algılandı.
Dostlar bir araya geldiğinde diğerinin duymaktan hoşlanmayacağı şeyleri de söyleyebilmelidir. Bugüne kadar kimsenin sormadığı soruları sormuyoruz. Toplumun içinde bulunduğu konulara değiniyoruz.
“TWITTER YASAKLANMAK ZORUNDA MI”
Örneğin Twitter ve YouTube yasaklanmak zorunda mı? Anayasa Mahkemesi başkanı neden bu kadar eleştirel konuştu? Şimdiki hükümetin önemli bir seçim zaferiyle bu kadar büyük bir güce sahipken neden yargıya müdahale etmeli? Bu gerçekten demokrasiyi güçlendirecek mi? Bu soruları birbirimize soruyoruz…
“AB VE AB DEĞERLERİNE KESİN BAĞLILIK”
Şunu da tespit ettik, sayın Cumhurbaşkanı kendi bakış açısına sahip bu konuda ve bunu da ifade ediyor. Beni en çok memnun eden AB’ye ve AB değerlerine kesin bir bağlılık ifadesiydi sayın cumhurbaşkanından duyduğumuz. Bizi birleştiren değerler Türkiye için de geleceğe yönelik değerler. Avrupalılar zaman zaman yeterince dost olmadığı şeklinde algıladıysa Türkiye bunlar geçici diye düşünüyorum.
Başka ülkelerde Türkiye için bir rol modeli göremedik. Bu büyük ülkenin geleceğini sadece ve daha da yoğun bir şekilde Avrupa ile işbirliği içinde düşünüyoruz. Bunun zamanına değinemeyiz bunu bilmiyoruz ama ortak olarak yönümüzü belirlemiş bulunuyoruz. Eleştirel sorular sormuş olsam dahi son derece dostane bir görüşmeydi. Birbirimize bağlı olduğumuzu gösteren bir görüşmeydi.
http://sozcu.com.tr/2014/gundem/twitteri-yasaklanmak-zorunda-miydiniz-497377/
Bu saflaşma, arkasında modern sınıfların bulunduğu, örneğin emekçiler ve sermaye arasında yaşanan sınıf mücadelesine dayalı olmaktan çok, sosyo-kültürel bir bölünmeye işaret ediyor. Ülke ve toplum, yüz-yüz elli yıldır ertelenerek biriken, dolayısıyla tarihsel ilerlemenin önünü her dönemeçte tıkayan sorunları aşmaya çalışıyor.
SİYASAL İSLAMIN İDEOLOJİK ÇÖKÜŞÜ
Diğer taraftan dünyada ve bölgede siyasal İslamcılık büyük bir başarısızlık yaşıyor. İslamcıların bütün tarihsel, kültürel, sosyolojik ve politik tezleri teker teker çöktükçe; dinciliğin bir gelecek projesi oluşturma ve toplumu bir arada tutarak 21. yüzyıla taşıma yeteneğine sahip olmadığı anlaşıldıkça; AKP ve muhafazakâr entelijensiyanın modern bir ülkeyi yönetme becerisine ve birikimine sahip olmadığı ortaya çıktıkça bu gerilim daha da artıyor.
Bu yenilgi, bir zamanlar ılımlı İslam rejimi için dünyadaki en başarılı model diye sunulan AKP iktidarı için de geçerli. Hatta AKP ve Cemaat koalisyonunun başarısızlığı siyasal İslamcılığın dünyadaki en ağır yenilgisini oluşturuyor. AKP, kendisini iktidara taşıyan bütün iç ve dış dinamiklerde yaşanan hızlı değişimi görememenin ve bu değişime direnmenin sonuçlarını yaşıyor.
Büyük koalisyonun Pirus Zaferi
AKP-Cemaat koalisyonu, neredeyse 200 yıllık bir tarihsel oyluma sahip Osmanlı-Türk modernleşme ve aydınlanma sürecinde köklü bir kırılma yarattı. Doğunun en büyük tarihsel atılımı olan, Fransız Devrimi’nin İslam dünyasındaki en kapsamlı yorumu sayabileceğimiz 1908 Hürriyet ve 1923 Cumhuriyet devrimlerinin neredeyse bütün kazanımları tasfiye edildi. Siyasal İslamcılar, yüz yıllık bir tarihsel dönemi ve birikimi, parantez içine alıp kapatmaya kalktı.
Ortada tamamlanamamış bir hesaplaşma, kapatılamamış bir defter var.
Bu nedenle 11 yıllık AKP-Cemaat iktidarı (bugün söz konusu koalisyonun dağılmış olması tabloda köklü bir değişiklik yaratmıyor) her hangi bir hükümet değişikliği olmadığı gibi, bu hükümetin gidişi de de herhangi bir iktidar değişikliği şeklinde olmayacaktır.
Elde kalan hurma cumhuriyeti
Ancak, AKP-Cemaat iktidarı yıktığı cumhuriyetin yerine yenisini kuramadı. Kendi rejimini, düzenini ve toplumunu oluşturmak konusunda derin bir başarısızlığa uğradı. Bugün yaşanan toplumsal gerilimin, bölünmenin, siyasal ve kültürel krizin temelinde yatan en önemli nedenlerden biri de bu durumdur.
Ortaya çıkan derme çatma siyasal, kültürel ve toplumsal yapı, dinci-faşizan bir polis rejiminden; baskı ve devlet terörünün yanı sıra, sahtekârlıkla ile ayakta tutulmaya çalışılan bir hurma cumhuriyetinden başka şey değildir.
'YARATICI YIKICILIK' ZORUNLULUĞU
Net şekilde tespit etmek gerekiyor; artık ortada savunulacak bir cumhuriyet ve korunabilecek bir rejim yok. Tam tersine, bir süredir yazılarımda vurguladığım gibi, ihtiyacımız olan şey yaratıcı yıkıcılıktır. Bu melez rejimi, ülkeyi siyasal bir tımarhaneye çeviren bu hukuksal-siyasal mimariyi yıkmadan bu ülke yoluna devam edemez. Yıkılmazsa, içine doğru büzülerek küçülür ve boğulur. Yeni bir gelecek ve cumhuriyet kurmak için tamamlanamayan bu dinci-faşizan rejimi, derme çatma bu ılımlı İslam düzenini yıkmak gerekiyor.
Tarihin çağrısı budur. Bu çağrının gereğini yerine getiremeyenler, tarihin cezasına razı olmak zorunda kalırlar.
Çünkü AKP iktidarı siyasal ömrünü tamamlamış durumda. Ancak, iktidardaki ömrünü uzatabilmek, dolayısıyla karşı devrim sürecini tamamlayarak kalıcı olabilmek için bütün gücüyle iktidarını korumaya çalışıyor. İktidarı kaybettiği taktirde ağır bir hesap sorma dalgasının altında ezileceğini biliyor.
Tarihsel hesaplaşmanın son muharebesi
Kendisini iktidara taşıyan bütün iç ve dış dinamiklerin değiştiği koşullarda AKP’nin iktidarını sürdürmesi çok zor. Dinci, muhafazakâr ve bir bölüm merkez sağ seçmenin desteği dışında dayanacağı güç kalmayan AKP’nin iktidarını sürdürebilmesinin tek bir yolu bulunuyor; baskı ve polis terörü.
Dolayısıyla önümüzdeki günler siyasetin sokakta yapılacağı ve ülkenin kaderinin sokakta belirleneceği bir dönem olacak. Sokakların siyasal gerilim ve çatışma alanlarına dönüşeceği, yüzyıllık tarihsel hesaplaşmanın belki de son muharebesinin yaşanacağı günlerden geçilecek.
Ülkenin böyle bir kavşağa gelmesi kaçınılmazdı.
Çünkü bilinir, bir tarih dersidir; kendi devrimini yarım bırakanlar ancak kendi mezar kazıcılarını hazırlarlar. Cumhuriyet devriminin taşıyıcı güçleri ve Kemalistler bu kaderden kaçamazdı. Nitekim kaçamadılar. Yıktıkları eski dünyanın güçleriyle uzlaşmanın ve sol korkusu nedeniyle kendi devrimlerine ihanet etmenin bedelini ağır şekilde ödediler. Ödemeye de devam ediyorlar…
Cumhuriyeti daha ileriye taşıyarak aşmaya çalışanları, yani kendi solunu tasfiye edenler, ülkenin bütün dengelerini yitirerek gericiliğe teslim olmasına yol açtılar. İleriye gidemeyen cumhuriyet kaçınılmaz olarak geriye savruldu. Hikayenin dramatik özeti budur.
LİBERALLERİN SEFALETİ
Evet, yukarıda da vurguladığım gibi şimdi ülke hızla bir yol ayrımına doğru ilerliyor. Her yerde korku var. En çok da AKP iktidarına demokratik gerekçelerle destek veren liberaller korkuyor. Bunlardan biri de Tarhan Erdem... Bu eski CHP’li kamuoyu araştırmacısı-işadamı, ülkenin tehlikeli bir çatışma ortamına sürüklendiğini ve Tayyip Erdoğan’ın bir diktatörlük kurmaya çalıştığını belirtiyor. Dahası, hükümetin oyla değişme olasılığının büyük bir şans olacağını söylüyor.
Siyasal İslamcıların kullanarak buruşuk peçete gibi kenara bıraktığı liberallerden biri olan Tarhan Erdem’in korkusu bir özel bilgiye dayanıyor mu bilmiyorum, ama önümüzdeki dönemde ülkenin kaderinin sokakta çizileceği kesin. Çünkü siyasal İslamcı iktidar ancak toplumsal muhalefeti, ilerici ve aydınlanmacı güçleri baskı ve terörle ezmeye çalışarak yoluna devam edebilir.
AKP'NİN HALK KORKUSU
Tablo böyle olunca, önümüzdeki günlerde hükümetin ölçüsüz bir şiddet dalgası yaratarak muhalefet güçlerini ezmeye çalışacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Örneğin, 1 Mayıs’ta AKP Hükümeti göstericilere saldırmaya hazırlanıyor. Çünkü Erdoğan, büyük kalabalıkların Taksim’i bir kez daha işgal etmeleri halinde iktidar devrilene kadar alanı terk etmeyeceklerinden korkuyor. Mısır’da Muhammed Mursi’nin yaşadıkları yaşamaktan, aynı kaderi paylaşmaktan ödü patlıyor. Hapse gireceğini, halka karşı şiddet kullanmaktan, yolsuzluk yapmaktan, haksız yere zenginleşmekten, ihanet anlaşmalarına imza atmaktan yargılanabileceğini biliyor.
Eğer 1 Mayıs’ta ölümler olursa ülkenin fena halde karışacağından kimsenin kuşkusu olmasın. AKP iktidarı hiç beklenmedik anda, birden bire çökebilir.
Çünkü yaşamın diyalektiği bize iktidarın terörüne aynı şiddette bir karşı koyuşun da kaçınılmaz olacağını söylüyor. İşte AKP’nin ve liberallerin korkusu da buradan kaynaklanıyor.
Yaratıcı bir yıkıcılıktan korkuyorlar. Dolayısıyla siyasal, toplumsal, tarihsel, felsefi bir yenilenmeye yol açacak yaratıcı bir kuruculuktan da korkuyorlar.
Türkiye yüz yıllık hesaplaşmasını tamamlamak zorunda. Ülke ya yoluna devam edecek, ya da bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilerek siyasal ve entelektüel bakımdan yok olacak.
Durum ciddi ve biz biliyoruz ki korkunun ecele faydası yok!
http://www.yurtgazetesi.com.tr/yazarlar/nihai-hesaplasmaya-dogru-makale,7817.html
İsrail basını, İsrail ordusunun Hizbullah
karşısındaki savaş kapasitesinin azaldığını ortaya koyan bir
araştırmanın sonuçlarını yayımladı.
YDH'nin Lübnan'dan yayın yapan en-Neşra haber ajansından
aktardığına göre, İsrail’de yayımlanan Maariv gazetesi, İsrail ordusunun
Hizbullah’la her an başlayabilecek bir savaşa hazırlıklı olmadığını
ortaya koyan bir araştırmanın sonuçlarına yer verdi.İsrailli bir çok üst düzey komutanın görüşlerine yer verilen araştırmada İsrailli komutanların savaşta kullanılacak mühimmat ve askeri teçhizat yetersizliğinden endişe duydukları ve İsrail ordusunun Hizbullah’la yapılacak bir savaşa hazırlıklı olmadığını düşündükleri belirtildi.
Yapılan araştırmada İsrailli komutanların ordunun savaş kapasitesindeki düşüşe ve askeri tatbikatlardaki azalmaya dikkat çekerek 2006 yılındaki savaş öncesi duruma dönülmesi konusunda uyarıda bulundukları belirtildi ve İsrail ordusuna ait bu kaygı verici durumun sadece üst düzey komutanlarla sınırlı olmadığı yedek kuvvetler de dahil olmak üzere tüm orduyu kapsadığı ifade edildi.
Yapılan araştırmada ayrıca askerlik görevini Lübnan sınırında yapanların füze saptırıcı sistemlerin bulunmamasından ve 2006 yılındaki savaştan önce kullanılan zırhlı olmayan araçlardan şikayetçi oldukları belirtildi.
Haberde İsrailli askerlerin sahip oldukları maddi şartlardan duydukları memnuniyetsizliği de dile getirdikleri ve mevcut şartlarda olağanüstü işler yapabilecek durumda olmadıklarına inandıkları bildirildi.
http://haber.sol.org.tr/dunyadan/israil-ordusu-hizbullahla-savasa-hazir-degil-haberi-91635
MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı ifadeye çağıran Ankara Eski Başsavcıvekili Hüseyin Görüşen'in, Erdoğan, Fidan ve Atalay hakkında soruşturma açtığı ortaya çıktı. Görüşen, "vatana ihanet" suçundan açtığı soruşturmada, Erdoğan'dan "dönemin başbakanı" olarak bahsetti.
"Vatana ihanet" fezlekesinin Başsavcıvekili Görüşen'in çekmecesinde bulunduğu iddia edildi.
Görüşen'in yerine atanan Başsavcıvekili Murat Esen tarafından bulunduğu öne sürüldü.
İddiaya göre Esen kendisinden önce açılan 250 dosyayı istedi ancak bir eksikle teslim aldı. Eksik dosyanın peşine düşen Murat Esen'in odadaki kilitli dolabı mübaşire açtırdığında fezlekeyi bulduğu ileri sürüldü.
http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/cekmecenin-icinden-vatana-ihanet-fezlekesi-cikti-h26795.html
Başbakan Erdoğan İsrail açılımına gaz vizesi verdi. Aydınlık gazetesi, Enerji Bakanlığı yetkililerinin Doğu Akdeniz'de Türkiye ve KKTC'nin egemenlik alanını işgal eden Amerikan Noble şirketiyle görüşmelere başladığını yazdı. Temasların ana gündemi, İsrail gazının KKTC'nin münhasır ekonomik alanı üzerinden Türkiye'ye taşınması. Amerikan Noble şirketi Enerji Bakanlığı'nın kara listesinde yer alıyordu.
Aydınlık gazetesi Enerji Bakanlığı yetkililerinin Amerikan Noble şirketiyle İsrail gazını Türkiye'ye taşımak için görüşmelere başladığını yazdı. Görüşmelerin ana gündemini İsrail gazının KKTC'nin münhasır ekonomik bölgesi üzerinden Türkiye'ye taşınması. Plana göre bu gaz sonraki aşamlarda Avrupa'ya taşınacak.
İsrail gazı projesinde işlerin düğümlendiği nokta ise Doğu Akdeniz bölgesi. Zira Amerikan Noble şirkeri 2011 yılında Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin egemenlik haklarını çiğnedi. Şirket, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'ın münhasır ekonomik bölge olarak tanımladığı bölgelerde sondaj çalışması yürütüyor. ABD ve Kıbrıs Rum Yönetimi Noble Şirketi'ni bu çalışmalarında destekliyor.
2011 yılında doruk noktasına ulaşan münhasır ekonomik bölge krizinde Türkiye bölgeye savaş gemilerini yollamıştı. Kriz sonrasında ise Noble şirketi Türkiye tarafından kara listeye alındı. Son gelişmelerle bu hamleler boşa çıktı. Enerji Bakanlığı yetkilileri geçen aylarda, kara listedeki şirketi resmen muhattap aldı. Bölgede iş yapan Türk enerji şirketlerinin verdiği bilgiye göre görüşmeler olumlu ilerliyor. Türk şirketler de pastadan pay alabilmek için Amerikan Noble'ın içinde yer aldığı konsordiyumla görüşmelere başlamış durumda.
http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/abdli-o-sirket-enerji-bakanliginin-hangi-listesinde-h26801.html
İşçi Partisi Genel Sekreteri Hasan Basri Özbey, Ankara’da bir basın
açıklaması yaparak, yurttaşları 1 Mayıs Emek Bayramında işçi sınıfıyla
birlikte Türk Bayrağı altında birleşmeye ve mücadeleye çağırdı.
“1 Mayıs 2014’ün görevi, emek ve vatan için birlik ve mücadeledir” diyen Özbey, İşçi Partisi’nin, 1 Mayıs’ı, işçi sınıfıyla birlikte, Türk Bayrağı altında, İstiklal Marşıyla kutlayacağını söyledi.
İşçi Partisi’nin, işçi sınıfının, Türk Bayrağının ve İstiklal Marşının yer alacağı başta İstanbul’da Kadıköy, Ankara’da Tandoğan, İzmir’de Gündoğdu meydanlarında olmak üzere bütün meydanlarda olacağını kaydeden Özbey; “Mafya Tarikat Sistemi derin sarsıntıların eşiğindedir. Ekonomik deprem geliyor.1 Mayıs, bu krizden büyük çözümle çıkmak için birleşme günüdür.1 Mayıs, Vatanımıza ve Cumhuriyetimize kasteden bölücülere ve gericilere karşı Türk Bayrağı altında toplanma günüdür.1 Mayıs, ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerinin saldırısına karşı, Suriye Devleti ve halkıyla dayanışma günüdür” dedi.
Sistemin emekçileri, inançlarına, etnik kökenlerine, siyasi görüşlerine, işkolu ya da hukuki statülerinegöre bölmeye çalıştığını belirten Özbey; “Bizi bölmelerine izin vermeyeceğiz.Türk Bayrağı altında, ekmekte, işimizde, özgürlükte ve vatanda birleşeceğiz. İktidarının özelleştirme ve taşeronlaştırma saldırılarına karşı birleşeceğiz” dedi.
Emekçilerin Mustafa Kemal’in askerleri olup ayağa kalktığını söyleyen Özbey, sözlerini şöyle tamamladı; “İşçi Partisi olarak, bütün halkımızı ve emek güçlerini, 1 Mayıs’ta vatanımız ve emeğimiz için mücadeleye çağırıyoruz.yBaşta Ankara Tandoğan, İstanbul Kadıköy ve İzmir Gündoğdu olmak üzere, bütün 1 Mayıs alanlarında yürek yüreğe, omuz omuza yürüyelim
“1 Mayıs 2014’ün görevi, emek ve vatan için birlik ve mücadeledir” diyen Özbey, İşçi Partisi’nin, 1 Mayıs’ı, işçi sınıfıyla birlikte, Türk Bayrağı altında, İstiklal Marşıyla kutlayacağını söyledi.
İşçi Partisi’nin, işçi sınıfının, Türk Bayrağının ve İstiklal Marşının yer alacağı başta İstanbul’da Kadıköy, Ankara’da Tandoğan, İzmir’de Gündoğdu meydanlarında olmak üzere bütün meydanlarda olacağını kaydeden Özbey; “Mafya Tarikat Sistemi derin sarsıntıların eşiğindedir. Ekonomik deprem geliyor.1 Mayıs, bu krizden büyük çözümle çıkmak için birleşme günüdür.1 Mayıs, Vatanımıza ve Cumhuriyetimize kasteden bölücülere ve gericilere karşı Türk Bayrağı altında toplanma günüdür.1 Mayıs, ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerinin saldırısına karşı, Suriye Devleti ve halkıyla dayanışma günüdür” dedi.
Sistemin emekçileri, inançlarına, etnik kökenlerine, siyasi görüşlerine, işkolu ya da hukuki statülerinegöre bölmeye çalıştığını belirten Özbey; “Bizi bölmelerine izin vermeyeceğiz.Türk Bayrağı altında, ekmekte, işimizde, özgürlükte ve vatanda birleşeceğiz. İktidarının özelleştirme ve taşeronlaştırma saldırılarına karşı birleşeceğiz” dedi.
Emekçilerin Mustafa Kemal’in askerleri olup ayağa kalktığını söyleyen Özbey, sözlerini şöyle tamamladı; “İşçi Partisi olarak, bütün halkımızı ve emek güçlerini, 1 Mayıs’ta vatanımız ve emeğimiz için mücadeleye çağırıyoruz.yBaşta Ankara Tandoğan, İstanbul Kadıköy ve İzmir Gündoğdu olmak üzere, bütün 1 Mayıs alanlarında yürek yüreğe, omuz omuza yürüyelim
Futbol sadece futbol değildir.
Fenerbahçe de Fenerbahçe değildir.
Bugün sadece Fenerbahçe şampiyon olmadı.
Bugün sadece Fenerbahçe'nin ligdeki rakipleri şampiyonluğu kaybetmedi.
Mesele çok daha derinde...
Bakınız 2 Temmuz'da Cemaat'in polislerinin operasyonuyla, Cemaatçi savcıların iddialarıyla, Cemaatçi hakimlerin kararlarıyla Aziz Yıldırım hapse atıldı.
Aziz Yıldırım bertaraf edilecek, Fenerbahçe sahipsiz kalacak, bir Cumhuriyet kurumu daha yıkılacaktı.
Ama olmadı.
Aziz Yıldırım tırnaklarıyla Fenerbahçe'ye tutundu, Fenerbahçe de ona.
Bugün Cemaat kaybetti.
Ses kayıtları dışarı sızdı.
Cemaate yol veren Başbakan, kongrede Yıldırım'ın karşısına bu kez Mehmet Ali Aydınlar'ı çıkardı. Aydınlar AKP adına Fenerbahçe'ye talip oldu.
Beceremedi.
Bugün Fenerbahçe'nin şampiyonluğuyla AKP, Erdoğan ve onun rejimi kaybetti.
Polis, her maçta Fenerbahçe stadında provokasyon yaptı, şiddeti kışkırttı.
Öyle ki tarihte görülmemiş şekilde Saraçoğlu Stadı'na gaz bombasıyla girdi. Fenerbahçeli taraftarlarla saatlerce çatıştı. Fenerbahçe'nin sahasını haftalarca kapattırdı.
Bugün Fenerbahçe'nin şampiyonluğuyla polis devleti kaybetti.
Sadece o kadar mı?
Bugün AKP'nin ve eski metresi Cemaat'in düzeninin bu topraklarda dikiş tutmayacağı görüldü.
Gazla, copla, sahte delille, Cemaatçi savcı ve hakimle, Alo Mehmet Ali'li aparatlarla bir yere kadar.
Bugün bu toprakların birikiminin, inadının hepsinin üstünde olduğu görüldü.
Bugün kim mi şampiyon oldu?
Bugün "Ali İsmail Korkmaz Fenerbahçe yıkılmaz" marşı şampiyon oldu.
Bugün tribünlerde o marşı söyleyerek ağlayan Ali İsmail'in annesi şampiyon oldu.
Bugün Hasdal'da Hadımköy'de Mamak'ta Silivri'de hangi takımdan olursa olsun Fenerbahçe formalarını üstlerine geçiren Balyoz sanıklarının direnişi şampiyon oldu.
Bugün "adalete Fener yak" diye yürüyen yüzbinler şampiyon oldu.
1 Mayıs'ta, Gezi direnişinde her takımın formasıyla "İstanbul United" diye yürüyenler şampiyon oldu.
İktidara, Cemaat'e eyvallah demeyen aydınlar, yazarlar, gazeteciler şampiyon oldu.
Bugün birkaç gün önce Şükrü Saraçoğlu'nun ortasına imzası atılan, Anıtkabir'de sarı lacivertlileri karşılayan Mustafa Kemal Atatürk şampiyon oldu.
Bugün kibire, sahtekarlığa, kumpasçılığa karşı mücadele, direniş ve inat şampiyon oldu.
Kısacası Fenerbahçe şampiyon olunca hepimiz şampiyon olduk.
http://www.odatv.com/n.php?n=bugun-aslinda-kim-sampiyon-oldu-kim-kaybetti-2704141200
Zaman gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan son dönemde Zaman Gazetesi’nde yazdığı AKP yandaşı yazılarıyla çok dikkat çekiyor.
Öyle ki artık kendi gazetesinin yazarlarını isim vererek eleştirmeye başlayınca gazete yazarları arasında bir süre atışma başladı.
Habertürk gazetesine konuşan Mahçupyan AKP'yi eleştirenleri ise "marjinal" olarak tanımladı.
"Geleceği temsil eden parti AK Parti" diyen mMahçupyan şöyle devam etti: "Böyle bir durumda AK Partiye karşıt bir pozisyon aldığınız zaman zaten marjinalsiniz ve Türkiye siyasetinin dışındasınız."
"BAŞBAKAN'IN MEDYA PATRONLARINI ARAMASI ÇOK MASUM"
Medya üzerindeki baskıyı Etyen Mahçupyan "O Başbakandır, böyle şeyler söyleyebilir. Bunlar aslında çok masum şeyler. Bir tane haber görmüş. "Ya böyle şey yapılır mı, biz o kadar uğraşıyoruz, çıkıp böyle bir haber yapıyorsunuz" falan diyor mesela..." diye yorumladı.
Röportajdan öne çıkan bazı kısımlar şöyle:
"Cengiz Çandar sizin için "AK Parti dalkavuğu" dedi.
Bu saçma bir tartışma. Cengiz Çandar sıradan bir gazeteciliği aşan entelektüel tarafları olan bir insan ama duygusal bir karakteri var.
"TABAN OTORİTERLEŞMEYİ DOĞRU BULUYOR"
AK Parti'de bir otoriterleşme eğilimi görüyor musunuz?
Bir sarkaç gibi. Ak Parti yerinin sağlam olduğunu düşünürse demokrasiye doğru gider. Eğer tehdit altında hissederse otoriterleşir çünkü otoriterleşmesini doğru ve mantıklı bulan bir kitle var. AK Parti otoriterleştiği zaman anti-demokratik olmuyor. Halk bu farkı aydınlardan daha iyi anlıyor. Tehdit olmadığı zaman otoriter bir Tayyip Erdoğan'a çok karşı çıkıyor ama tehdit varken "adam haklı" demeye başlıyor.
CEMAAT'E "BENİ KOV" MESAJI MI
Mahçupyan son günlerde Cemaat yazarları ve Zaman gazetesi çizgisi ile tamamen zıtlaşan bir tavır takınmaya başladı. Üstelik bunu farklı platformlarda ısrarla ve yüksek sesle dillendiriyor.
Bu durum akıllara "Kibar Feyzo" filmindeki Şener Şen ve Kemal Sunal'ın ünlü "Ağam kovir misen" repliğini getirdi. Anlaşılan Mahçupyan kendini kovdurmaya çalışıyor.
http://www.odatv.com/n.php?n=etyen-mahcupyan-cemaate-dedi-ki-agam-kovir-misen-2804141200
Saadet Partisi'nde bir süredir devam eden "liderlik" kavgası daha da büyüyor. Mustafa Kamalak'ın tekrar aday olduğu şeklindeki habere, parti içindeki Erbakan taraftarlarından itiraz geldi.
Yerel seçimlerde büyük bir hezimet yaşayan Saadet Partisi'nde seçim sonrası, yeni lider arayışı gündeme gelmişti.
Parti içinde Erbakan yanlıları olarak bilinen bir grup, Saadet Partisi lideri Mustafa Kamalak'ın Cemaat'e destek vermesinin seçimleri kaybetmeye neden olduğunu öne sürerek, "yeni lider" arayışında Fatih Erbakan ismini öne çıkardı.
Necmettin Erbakan'ın oğlu Fatih Erbakan'ın geçtiğimiz günlerde adaylığını resmen açıklamasının ardından bu kez de Kamalak'ın da tekrar aday olduğu şeklinde açıklama yapılması, tartışmaları iyice alevlendirdi.
"KAMALAK'IN ADAYLIĞI" AÇIKLAMASI KORSAN MI
Saadet Partisi Kurucular Kurulu ve GİK Üyesi Suat Pamukçu, dün Saadet Partisi Genel Merkezi kaynak verilerek yapılan açıklamaların gerçeği yansıtmadığını söyledi.
GENEL MERKEZİN YÖNLENDİRMEYE YÖNELİK AÇIKLAMASI
Milli Görüş içinde Erbakan yanlısı olarak bilinen İvedi Haber sitesinin haberine göre, Saadet Partisi tarafından yapılan “Saadet Partisi 5. Olağan Büyük Kongresi için Genel Başkanımız Prof. Dr. Mustafa Kamalak Beyin Genel Başkanlığında tek liste ile seçime gidilmesini Saadet Partisi İl Başkanları, İl Müfettişleri, Gençlik Kolları ve Kadın Kolları olarak teklif ediyor ve kongremizin hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan diliyoruz.” şeklindeki açıklamanın gerçeği yansıtmadığını belirten Suat Pamukçu, yaptığı yazılı açıklamada 8 kişilik Yüksek İstişare Kurulu'nun 3 kişi ile toplandığını, söz konusu kararın da bu sebeple ittifakla alınmadığını söyledi.
GENEL MERKEZ’İN "KAMALAK KARARI" İTTİFAKLA ALINMADI
Suat Pamukçu, 4 Mayıs 2014'te yapılacak olan kongre için yapılan "aday açıklaması"nın gerçeği yansıtmadığını belirterek "Zira aday konusunda, YİK (8 kişilik YİK 3 kişi ile toplanmıştır) ve İl Başkanları, İl Müfettişleri, Gençlik Kolları ile Kadın Kollarının ittifakı bulunmamaktadır. İstişaresiz, çok acele alınmış kongre kararı gibi Genel Başkan adayı ilanı da istişaresiz ve çok acele alınmış bir karardır. Bu durumu Milli Görüşçülerin tasvip etmesi mümkün değildir." ifadelerini kullandı.
İSTİŞARENİN ADAYI DR. FATİH ERBAKAN
Pamukçu, Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Üyeleri, Kurucular Kurulu Üyeleri, Genel İdare Kurulu (GİK) Üyeleri, İl ve İlçe Başkanları ile Genel Kurul Delegelerinin geçtiğimiz hafta 5. Olağan Kongre'de Genel Başkan Adayı olarak Fatih Erbakan'ı aday gösterdiklerini sözlerine ekledi.
Saadet Partisi içindeki liderlik kavgasının daha uzun süre tartışılacağı görülüyor.
http://www.odatv.com/n.php?n=saadet-partisinde-erbakan-kamalak-kavgasi-buyuyor-2804141200