Bizler, Atatürk İlke ve İnkılapları
çizgisinde ve Cumhuriyet’in temel ilkeleri doğrultusunda siyasi yaşamını
şekillendirmeye çalışan bir grup üniversite öğrencisiyiz. Türkiye’nin siyasi
geleceği hakkında aynı kanaati taşıyıp CHP’de birleşmemiz ve kanaatlerimizi
ülke insanlarımıza yansıtma hedefinde olmamız bizleri inceayarsiyaset.blogspot.com ismi altında
birleşmeye ve ülkemizin birlik ve beraberliğini temel almak suretiyle CHP’ye
hizmet etmeye sürükledi.
2013 Temmuz ayında kendi
imkanlarımız dahilinde bloğumuzu kurduk ve derslerimizin ağırlığına rağmen
vaktimizi düzenleyerek kendi aramızda görev paylaşımı yaptık.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen
iktidarın gerçek yüzünü halkımıza tanıtma, Cumhuriyet Halk Partisi’nin dünü, bu
günü ve yarınını reel olarak insanlarımıza aşina kılma yönündeki hedefimize
devam ettik, üstelik ödün vermeksizin!
Siyasetin gerektirdiği ahlaki
anlayışı çalışmalarımızın desturu yaparak her türlü ağır eleştiri ve hatta
bazen itham ve çirkin sözlere göğüs gerdik. Defalarca bloğumuz kapatılmakla
tehdit edildi ve bizlere de vatan haini yaftası vuruldu ve defalarca youtube,
twitter ve facebook hesaplarımız kapatıldı.
Bunca sıkıntılara rağmen bir yılı
aşkın idare ettiğimiz bu blogun giderleri bizlerin gücü ötesine taştı ve
bizleri satışa çıkarmaya mecbur etti.
inceayarsiyaset.blogspot.com’un
Özel Bilgileri
Yönetici: Kemal Yıldırım
Takipçisi: 1453
Görüntüleme: 555799
Yüklediği fotoğraf: 5376
Yönetici: Hakan Çetin
Takipçisi: 85
Görüntüleme: 155262
Yüklediği fotoğraf: 2600
YouTube’deki abone sayısı: 193
Soma’daki katliamın ardındakileri korumak
isteyen AKP’de, büyüyen tepkinin etkisiyle önce maden şirketi, ardından
da bakanlıklar birbirlerini suçlamaya başladı. Oysa deliller tüm hükümet
yetkililerinin sorumluluğuna işaret ediyor
İşçi katliamı ile ilgili olarak ilk gün yaşananın “kader” olduğu vurgusunu yapan başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AKP kurmayları ve yandaş basın, artan tepkiler üzerine yaşanan katliamdan sadece şirketin sorumlu olduğunu işlemeye başlamış ancak giderek yükselen halk tepkisinin baskısı ile ilk kez dün bakanlıklar düzeyinde bir gerilim ortaya çıktı.
BAKANLAR BİRBİRLERİNİ SUÇLADI
Dün Cumhuriyet'e konuşan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Soma’da 301 işçinin öldüğü facia hakkında, “Kimin ne kadar sorumlu olduğu konuşulabilir. Maden ocakları benimle ilgili değil. Madenler konusunda bizim bakanlığımızın görevi teftiş ile sınırlı. Ocaklar, ruhsatlar ve işleyiş ise tamamen Enerji Bakanlığı’na bağlı” diyerek topu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a attı.
Çelik'in topu attığı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, dün Meclis’te söz alarak Soma'da yaşanan katliam ile ilgili konuştu. Yıldız denetimden sorumlu olan Çalışma Bakanlığı'nı işaret ederek, “Eğer bir afet doğal afet değilse orada bir kusur vardır. Eğer oradaki afet bir doğal afetse oradaki kusur tartışılır. Ama buradaki kusur kesinlikle tartışılmaz. Burada insani, siyasi, idari, adli, hukuki teknik denetimler açısından bu konunun irdelenmesi lazım” dedi.
Başbakan Erdoğan da dün AKP Grubu'nda yaptığı konuşmada Enerji Bakanı Taner Yıldız'a teşekkür ederken, Çalışma Bakanı Faruk Çelik'e teşekkür etmeyerek kimin yanında olduğuna dair açık bir işaret verdi.
SORUMLULUK TÜM HÜKÜMETİN
Oysa kazada başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, Enerji Bakanı Taner Yıldız ve Çalışma Bakanı Faruk Çelik'in doğrudan sorumlulukları var.
Başbakan Erdoğan 2012'de maden ruhsatı verme işini yasalara aykırı olarak, tamamen kendi üzerine alarak, madencilikte bir tür 'dikta' kurdu. Bu nedenle son kaza dahil, madencilikle ilgili tüm konularda başbakan kendisini doğrudan sorumlu bir konuma getirdi.
Ayrıca Başbakan daha kazadan 15 gün önce Meclis'te CHP'li Özgür Özel'in Soma için verdiği soruşturma önergesini, AKP Grubu'na verdiği talimatla engelledi.
Başbakan'ın kazadan hemen sonra yaptığı açıklamada 19. Yüzyıl'daki maden kazalarından örnekler vermesi ise dünya çapında bir 'skandal' yarattı ve ağır ihmalden kaynaklanan bu kazayı 'normal ve doğal' görme çabasını gözler önüne serdi.
Başbakan'ın halka bedava kömür dağıtımında Soma Holding'i 'stratejik ortak' olarak gördüğü ve kullandığı da ortaya çıktı. AKP'nin şirketle bağlantısı, partiye girmeyeni şirketin işe almamasına ve mitinglere aktif katılımı şirketin sağlamasına kadar uzanıyordu.
Erdoğan ayrıca Soma'da kendisini yuhalayanları tehdit ederek ve tokatlayarak, tek başına istifa gerekçeis olması gereken dünya çapında başka bir skandala daha imza attı.
YILDIZ DOĞRUDAN SORUMLU
Enerji Bakanı Taner Yıldız ise bu kaza nedeniyle hemen istifa etmesi gereken baş sorumlu durumunda. Nedenleri şöyle sıralanabilir:
Bakanlığı Soma'dan sınırsız kömür alımını garanti etti.
TKİ'nin bu garantisi sonucunda şirket işçileri 'üretim zorlaması' sürükledi. Şirket 2015'te terketmesi gereken madende tüm kömürü söküp almak için işçileri, dişiyle tırnağıyla, ölümüne kömür çıkarmaya zorladı. Hiçbir güvenlik kuralı dikkate alınmadı. Yanan madende bile üretim yapıldı.
Bakan Yıldız Soma'yı 'örnek maden' ilan ederek halkı kandırdı. Bir yıl önce madeni öve öve bitiremeyen Taner yıldız, patron ve oğlu ile yakın ilişkiler içindeydi.
Bakanlık denetçileri sahte raporlarla riskleri gizlediler. Bakanlığın madeni düzenli denetlemesi gereken bürokratları, şirket tarafından yedirilip içirilip raporlar yazdılar. İşçiler çoğunun madene bile inmeden yazıldığını anlattılar. Bakan bu tablonun baş sorumlusu.
Enerji Bakanı'nın AKP'nin dağıttığı 'bedava kömür' için firmanın eksiklerine göz yumduğu iddiası ciddi olarak gündemde. Ayrıca bu kömürler için şirkete 1 milyar TL fazla ödeme yapıldığı da son olarak ortaya atılan iddialar arasında. Bu maddelerin birisi bile bakanın istifasını gerektiriyor.
DENETİMSİZLİKTEN ÇELİK SORUMLU
İstifa etmesi gereken ikinci bakan ise Çalışma Bakanı Faruk Çelik. Çelik'in istifa nedenleri de şöyle sıralanıyor:
Soma Madeni şimdiye dek çalışma şartları açasından doğru dürüst denetlenmedi.
Soma madeninde sürüp giden Ortaçağ'dan kalma kademeli 'Dayıbaşı' sistemini Çalışma Bakanlığı gizledi. Bu ilkel şartlara göz yumdu.
İş müfettişlerinin ocağa inmeden, işçileri bile dinlemeden yazdığı uydurma raporlarla işleri idare ettiler.Bakan bu ortama seyirci kaldı.
Patronun satın aldığı sendikalarla işçi hakkı yok sayıldı. Çalışma Bakanlığı, sendikalarla ilişkileri düzenlemesi ve denetlemesi gerektiği halde bu görevini yapmadı.
Soma'daki çalışma şartlarından şikayetleri gözardı etti. CHP'nin kazadan 15 gün önce verdiği raporu da ciddiye almadı ve desteklemedi.
CHP'DEN İKİ BAKAN İÇİN GENSORU
CHP, Soma’da yaşanan maden faciasında “kontrol ve denetim görevlerini yerine getirmeyerek maden emekçilerinin ölümlerine yol açtığı” iddiasıyla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik hakkında gensoru önergesi verdi.
CHP Grup Başkanvekilleri Akif Hamzaçebi ve Engin Altay imzasıyla TBMM Başkanlığına sunulan gensoru önergesinde, “Uygulamalarıyla en temel insan hakkı olan yaşam hakkının ihlal edildiği bir çalışma ortamı oluşmasına zemin hazırlayan, ruhsatı TKİ’ye ait olan ve Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. işletilmekte olan Manisa ili Soma İlçesi Eynez Yeraltı Kömür Ocağında mevzuatla bakanlıklarına verilen kontrol ve denetim görevlerini yerine getirmeyerek maden emekçilerinin ölümlerine yol açan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik haklarında Anayasanın 98 ve 99′uncu, TBMM İçtüzüğünün 106’ncı maddeleri uyarınca gensoru açılmasını arz ve teklif ederiz” denildi.
http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/somanin-sorumlulari-istifa-edin-h53340.html
Nijerya’nın Jos kentinde meydana gelen iki patlamada en az 118 kişi hayatını kaybetti. Patlamayla ilgili şüpheler İslamcı Boko Haram örgütü üzerinde yoğunlaşıyor
Patlama kentin kalabalık bir alışveriş bölgesinde bulunan bir otobüs terminali ve hastanenin yakınlarında birkaç dakika aralıkla meydana geldi.
Müslüman ve Hristiyanlar arasında ikiye bölünen Jos’ta sık sık iki toplum arasında çatışmalar yaşanıyor. Boko Haram örgütü, son beş yılda onbinlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırılar gerçekleştirmişti. Örgüt, geçen ay kaçırdığı 276 kız öğrenciyi hala rehin tutuyor.
O örgütle ilgili önemli bir ayrıntı 17Aralık sonrası ortaya çıkan ses kayıtlarıyla ortaya çıkmıştı.
Ortaya çıkan tapelerde Başbakan Başdanışmanı Mustafa Varank ile THY Özel Kalem Müdürü Mehmet Karakaş telefonda konuşuyordu.
THY’den Karakaş Başdanışman Varank’a “Onlarca malzeme taşıyorum, Nijerya’ya gidiyor şu anda. Müslümanları mı öldürecek Hıristiyanları mı öldürecek vebal altındayım” diyordu.
Dünya basınında THY'nin Boko Haram'a silah taşıdığı şeklinde haberlere konu olan konuşma nedeniyle CHP Bursa Milletvekili Aykan Erdemir, “Bugün Türkiye Cumhuriyeti bir THY yetkilisinin kamuoyuna sızdırılan konuşmasında dile getirildiği gibi Boko Haram terör örgütüne ya da Nijerya’daki benzeri silahlı örgütlere yasa dışı yollardan kaçak silah ve mühimmat taşıyan bir devlet mi? Yani Türkiye Cumhuriyeti bugün Nijerya’daki şiddetin neresinde?” diye sormuştu.
http://www.odatv.com/n.php?n=118-kisiyi-olduren-bombalari-turk-hava-yollari-mi-tasidi--2105141200
Hükümetin ‘açılım’
politikası, askerin elini kolunu bağlamış durumda. PKK’nın son
saldırılarına karşılık sadece savunmada kalmak zorunda
Askeri kaynaklar,
PKK’nın son dönemlerde Güneydoğu’da hareketlendiğini, buna rağmen
operasyon yapılmadığı bilgisini paylaştı. Kaynaklar ‘Bir saldırı olursa
kendimizi koruyoruz’ ifadesini kullandı.
Bir yanda da Konferans
Ankara’da Kürt
açılımı zirvesi yapılırken, PKK’nın da bölgede hareketlendiği haberleri
gelmeye başladı. Aydınlık’ın bilgi aldığı askeri kaynaklar, PKK
hareketliliğini doğrularken, güvenlik güçlerinin ise herhangi bir
operasyon yapmadığını belirtti. Geçen hafta 13 Mayıs’ta Hakkari Meskan
Tepe üs bölgesinde konuşlu bulunan 2’nci Dağ ve Komando Tabur
Komutanlığı’na bağlı komando timine yönelik PKK saldırısından sonra
gözlerin çevrildiği bölgede, PKK hareketliliği olduğu ortaya çıktı.
Askeri kaynaklar, bu hareketliliği doğrularken, askerin ise savunmada
olduğu bilgisi aktarıldı.
Askeri kaynakların
verdiği bilgiye göre, asker sadece kendisini yönelik bir saldırı olursa
karşılık veriyor. Ancak sıcak takip, operasyon gibi konularda askerin
elleri kolları bağlı.
Uzman Çavuş’un durumu iyi
Meskan Tepe’deki PKK
ateşinde yaralanan Uzman Çavuş Vedat Tuğ’un sağlık durumunun iyi olduğu
da öğrenilirken, askeri kaynaklar askerin açtığı karşı ateş sonucunda 2
PKK’lının öldürüldüğü, 3 PKK’lının ise yaralandığını söyledi. Kaynaklar
“PKK 1 kaybımız var diyor ama telsiz konuşmalarından 2 kayıpları
olduğunu öğrendik” dedi.
Ceyhun Bozkurt
Soma Holding'in faciada kusurumuz yok, her şey bir anda oldu yalanı bu
belgeyle ortaya çıktı. Facianın yaşandığı 15.10’dan 6 dakika önce
madendeki karbonmonoksit seviyesinin ani biçimde yükselmiş.
CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel’in 13 Mayıs’ta yaşanan facianın
ardından ulaştığı belge, kazanın yaşandığı gün 14.00’ten itibaren
madendeki karbonmonoksit salımını gösteriyor. Savcının elinde olan
belgelere göre kazadan 1 saat önce madendeki karbonmonoksit salımı bir
miktar yükseliyor ve riskli kabul edilen 50 ppm oranının üstüne çıkıyor,
ancak birkaç dakika sonra yeniden bu oranın altına iniyor. 15.10’da
yaşandığı belirtilen kazadan 6 dakika önce 15.04’te karbonmonoksit
miktarı hızla yükseliyor. 15.04’te 100 ppm’in üzerine çıkan
karbonmonoksit miktarı kazanın yaşandığı dakikada 500 ppm’i buluyor.
Milliyet'te yer alan habere göre; bu belgeyle birlikte, karbonmonoksit
miktarının yükselmeye başlamasından sonra yapılabilecek bir uyarı ve
hızlı tahliye ile işçilerin kurtarılıp kurtarılamayacağı akıllarda soru
işareti olarak kaldı.
300’ün üstü ölüm noktası
Özel, şunları kaydetti: “Tahliye imkanı olabilir gibi gözüküyor.
Karbonmonoksit salımı bu. Önceki günlerde de defalarca 50’nin 100’ün
üzerine çıktığına ilişkin veriler var savcının önünde. 50’nin üstünün
kaydedilmesi ve tedbir alınması gerekiyor. 50’den sonra insan sağlığı ve
maden güvenliği açısından tehdit başlıyor. 50 ile 100 arasında belli
uyarılarla çalışılıyor ama 100’den sonra kesin tahliye etmek gerekiyor.
300’den sonra ilk solumada ölüm noktası olduğu bize belirtildi. Bu
sensörün neredeki sensör olduğunu bilmiyoruz. En son iki gün önce olmak
üzere belli bir süredir karbonmonoksidin sürekli yükseldiği görülüyor.
Savcı da neden teknik nezaretçi defterinin doldurulmadığını, önlem
alınmadığını Akın Çelik ve diğer gözaltındakilere defalarca sordu.
İşçiler, bana, ‘çizmeler son 15 günde yarıya kadar ter doluyordu. 2
saatte bir çizmeyi boşaltıyorduk terden. Çok sıcak diye hep söyledik’
diyor. Maden yetkilileri ise ‘bir şey yok’ demişler. Bu madenin kapanan
başka bir yerinde sızdırmazlığın sağlanamadığı içten içe bir yanmanın
gitgide ilerleyerek madeni ısıttığı belirtiliyor. Patlama günündeki
uyarılar daha önce de verilmiş gözüküyor.”
‘Madene 1 saat sonra ittim’
Özel, savcıların İşletme Müdürü Akın Çelik’e bu konuyu ısrarla
sorduğunu anlattı. Çelik’in sorguda şu ifadeleri kullandığı öğrenildi:
“Olay günü 15.00 sıralarında madendeki arkadaşlardan biri telefonla
aradı. U3 bölgesi olarak tanımlanan yerden Duman çıktığını söyledi.
Çocuğumun rahatsızlığı nedeniyle madene 1 saat sonra gittim. Kömür
kızışması doğal bir olaydır, kendiliğinden gerçekleşir. Olayın sebebini
bilmiyorum. Bilirkişi raporlarıyla gerçek ortaya çıkacaktır. Çalıştığım
süre boyunca söz konusu maden ocağında herhangi bir anormallik görmedim.
Görevim gereği teknik nezaretçi defterine teknik nezaretçinin yazmış
olduğu aksaklıklara ilişkin tutanakta belirtilen varsa aksaklıkları
düzeltmek ile görevliyim. Maden içindeki gaz değişimine ilişkin
ölçümleri yapan sensörler ve bu sensörlerin ölçümlerini takip eden
görevliler bulunmaktadır. Herhangi bir gaz değişimi olduğunda bu hususta
görevli personele bilgi verilmektedir. Bu durum görevli personelce
değerlendirilir ve yapılması gereken işlem yapılır.
Kaza sırasında madene girerek işçilerin kurtarılması çalışmasına
bizzat katıldım. Bu nedenle ölüm tehlikesi geçirdim. Ayrıca müdürü
olduğum işletme sürekli olarak hem özel hem de kamu denetçileri
tarafından denetlenmektedir. İş sağlığı güvenliği sistemi işletmemizde
mevcuttur. Herhangi bir eksiklik bulunmamıştır. Olayın neden
kaynaklandığını biz de tespit edemedik.”
Megafon ve skor iddiası
Özel, madenle ilgili bir başka eksikliği de şöyle anlattı: “Maden
devralındığında duvarlarda megafon sistemi varmış. Bu sistem, hem tek
düğmeyle kontrol kısmına ulaşmaya hem de her yeri kontrol eden bütün
bilgilerin geldiği kontrol odasının bütün yerlerden anons yapmasını
sağlıyor. İşçiler, bana, ‘Doğu Alman modeli bir cihazdı ve çok iyi
çalışıyordu’ diyor. Sökülme nedeni maç skoru sorulmasıymış. İşçiler,
‘Yukarıda derbi varsa gidiyorduk kaç kaç oldu diye soruyorduk’ diyorlar.
Komple sökülmüş ama yerleri duruyormuş. İşçiler, ‘O cihaz varken zaman
zaman çok sıcak oldu, terliyoruz, nefes alamadık diyorduk.”
‘ILO sözleşmesi imzalanmalıdır’
Özel, bundan sonra yapılması gerekenlere ilişkin olarak, “Yer altında
acilen taşeronu kaldırmak lazım. ILO sözleşmesini hemen imzalamak lazım.
ILO sözleşmesi olsaydı yangın merdiveni gibi ayrı çıkışlar oluyor,
bulunduğun her yerde alternatif çıkış oluyor” diye konuştu.
Soma’ya giden sakallı, sarıklı adamlar herkesin dikkatini çekti.
“Ne işleri vardı orada? Niçin gitmişlerdi?”
Bu soruları soran herkese “Ne o, sakallılardan rahatsız mı oldunuz?” sorusu yöneltildi.
Bu soru aslında bir itham da içeriyor.
Peki sakallı ve sarıklıların Soma’ya gitmesinden gerçekten rahatsız olanlar var mıdır?
Sanırım evet.
Bu tablo 10 yıl önce olsaydı “Bu ülkede hâlâ dinden, dindarlardan, dinî sembollerden rahatsız olanlar var” diyebilirdik.
Bugün için durum farklı.
Zira, AK Parti’nin 2007’ye kadar uyguladığı barışçı politikalar sayesinde durum değişti.
Önyargılar kırıldı. İnsanlar birbirini anlamaya başladı.
Birbirimize artık daha hoşgörülü bakmayı öğrendik.
Bu sayededir ki kamu kurumlarında başörtüsü yasağı bile neredeyse toplumsal bir mutabakatla kalktı.
Peki ne oldu da, İsmail ağa Cemaati’ne mensup sarıklı vatandaşların Soma’ya gitmesi kimilerini rahatsızlık etti?
Dine ve dindarlığa mı, yoksa dinin iktidar çevrelerince kullanılmasına mı yönelik bir tepkiydi?
Doğrusunu söylemek gerekirse, rahatsız olanların içinde ben de varım.
Niye gittiler oraya? Kurtarma ekibi değiller? Kimsenin yarasına merhem olacak bir önerileri de yok.
Peki ne işleri var?
Ne anlatacaklar o acılı insanlara? Babasını, evladını, kardeşini, kocasını kaybetmiş o kimselere ne verecekler?
Kimi neye ikna etmeye çalışıyorlar?
Arkadaşlar, sarıklıların oraya gitmesine olan itirazı, dine yönelik hoşgörüsüzlük olarak göstermeye çalışıyorsunuz.
Halbuki mesele öyle değil.
İktidarın hataları sonucu oluşan her felaketi ‘kader’ diye açıklıyorsunuz.
Bu tür felaketlerin bize “Allah’tan geldiğini” söyleyerek, kendi suçunuzu Yaradan’a atfediyorsunuz.
Kendinizi ilah yerine koyarak, şehitlik dağıtıyorsunuz.
Din sizin için resmen kalkana dönüşmüş.
Size olan itirazı dine, dini değerlere itiraz, kadere isyan, Allah’a karşı gelmek olarak lanse diyorsunuz.
O sarıklılar, sizin bu yanlışlarınızı, hatalarınızı doğru göstermek için gittiler Soma’ya.
Dini bir afyon olarak götürdüler yanlarında.
Yoksulların başına gelen felaketin gerçek sorumlularını görünmez kılacak bir afyon.
Yaralı insanlara, iktidara itiraz etmemeleri için sabır ve metanet tavsiye etmeye gittiler.
Babasını, kardeşini, oğlunu kaybetmiş halkı; felaketin Allah’tan geldiğine, hükümetin hiçbir kusuru olmadığına ikna çabasındalar.
İkna çabası… Bir zamanlar üniversitelerdeki ikna odalarının ayaküstü versiyonu.
Onlar ikna odası kurmuşlardı, siz de ikna fısıltısıyla, ikna çadırıyla kendinizi üstün gördüğünüzü açığa vuruyorsunuz.
Bütün itiraz ve öfke sizin kalkan yaptığınız din anlayışına ve bu anlayışın sembollerinedir.
Sarıklılar iktidarın değil de garibanların yanında olsaydı, böyle mi olurdu?
Somalılara; “Bu sizin kaderiniz değil. Batı’da maden ocaklarında çalışanları koruyan Allah, size niçin felaket göndersin?
Bu iş bütünüyle iktidarın kusurudur. Onlar işlerini düzgün yapmadıkları için tüm bunlar başınıza geliyor.
Lütfen ‘kader’ diyenlere inanmayın. İslam böyle bir din değil. İslam sorgulama, hak arama, helalleşme, hesaplaşma dinidir.
‘Şehit oldular’ diyerek size cenneti rüşvet olarak verip kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Lütfen bunlara itibar etmeyin.
Bunların anlattığı din gerçek Müslümanlık değil.
Hakkınızı arayın. Size yapılan zulümlere boyun eğmeyin…” deselerdi toplumun o sakallı amcalara bakışı aynı mı olurdu?
Mazlumun yanında yer alması gereken muktedirin yanında yer alıyor.
Öfke de, itiraz da, nefret de buna.
Yoksa bu ülkede kimsenin artık kılık kıyafetle alıp veremediği yok.
Sizin beceriksizliklerinize, riyanıza yönelen öfkeyi, dinden çıkmak olarak göstermeyin.
O madende çocuklarının rızkı için çalışanlara “Felaketi Allah gönderdi” diyerek Allah’a iftira atmaktan vazgeçin.
İktidarınızı kurtarmak için dini, dindarlığı, kutsal değerleri harcamayın.
Hadis-i şerifi hatırlayın: “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” twitter.com/acikcenk
Levent Gültekin
http://www.gazeteoku.com/frame.php?url=http://www.internethaber.com/somadaki-sariklilar-kimi,-neden-rahatsiz-etti-16058y.htm#.U3yW4yijjIV
AKP TBMM Grup Basın Danışmanı İrem Sarp, kişisel hesabından Canikli’nin hesabının hacklendiğini açıkladı.
AKP Grup Basın Müşavirliği’ndan yapılan yazılı açıklamada, “AK Parti Grup Başkanvekilimiz Nurettin Canikli’ye ait ‘nuretincanikli’ Twitter hesabı ile Hotmail hesabı, başka şahıslar tarafından ele geçirilmiştir. Bu hesaplardan gönderilen bilgilerin sayın Grup Başkanvekilimizle hiçbir alakası yoktur. Söz konusu şahıslarla ilgili yasal işlem başlatılacaktır.” denildi.
İşte Canikli’nin Twitter hesabından yapılan o paylaşımlar:
AKP Grup Basın Müşavirliği’ndan yapılan yazılı açıklamada, “AK Parti Grup Başkanvekilimiz Nurettin Canikli’ye ait ‘nuretincanikli’ Twitter hesabı ile Hotmail hesabı, başka şahıslar tarafından ele geçirilmiştir. Bu hesaplardan gönderilen bilgilerin sayın Grup Başkanvekilimizle hiçbir alakası yoktur. Söz konusu şahıslarla ilgili yasal işlem başlatılacaktır.” denildi.
İşte Canikli’nin Twitter hesabından yapılan o paylaşımlar:
Gezi Parkı direnişine ilişkin açılan dava devam ediyor. Davanın sanıklarından birinin anlattıkları kan donduracak cinsten.
Gezi Parkı olaylarına ilişkin yedisi yabancı 255 sanıklı davanın 7. duruşması yapıldı. İstanbul Adalet Sarayı'nda bulunan 55. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya 23 tutuksuz sanık katıldı. Sanıklar, kimlik tespitinin ardından savunmalarını yaptı.
"9-10 POLİS ÜSTÜME GELİP AĞIR ŞEKİLDE DARP ETTİLER"
Duruşmada savunma yapan üniversite öğrencisi Mustafa Emrullah, 2 Haziran 2013 gecesi Üsküdar'dan Beşiktaş'a arkadaşını ziyaret etmek için geçtiğini belirterek, "Arkadaşıma giderken, daha önceden atılmış gaz bombasından etkilenip öğrencisi olduğum Bahçeşehir Üniversitesi kampüsüne sığındım. Beşiktaş Çarşı'ya girmek istedim, ancak Barbaros Bulvarı girişi polis tarafından tutulmuştu. Akaretler tarafına yürüdüm, ancak polis orayı da tutmuştu. Geri dönerken, dinlenmekte olan çevik kuvvet polisi bana laf attı. 'Evine git birader" dedi. Daha sonra ağır küfürler etti. 9-10 polis üstüme gelip ağır şekilde darp ettiler" dedi.
"BEYİN SARSINTISI GEÇİRİYOR OLABİLİRDİM"
Polislerin kafasına kaskla vurduğunu iddia eden Emrullah, "Darpın etkisiyle kendimde değildim. Otobüse ters kelepçeli olarak bindirildim. Kafam kanıyordu. Gözaltına alınan diğer şahıslar kafamın kanamasını durdurmak için kafama tişört tuttular. Polisler bunu yapanlara da küfür etti. 2 saat tıbbi yardım yapılmadı. O sırada beyin sarsıntısı geçiriyor olabilirdim" diye konuştu.
"ÇIPLAK ARAMAYA MARUZ BIRAKILDIK"
Kabin memuru sanık Hatice Tuğşen Akyol da, 5 Haziran 2013 günü saat 20.00 civarında arkadaşının kendisi ve diğer arkadaşı Arzu Kurt'u Gümüşsuyu Caddesi'nin başında bıraktığını belirterek, "Hiçbir olay yoktu. Gezi Parkı'nın oraya gittik. Birkaç saat oturduktan sonra, eve dönmek için taksiye binmek amacıyla indiğimiz yere geri döndük. Bir anda gaz bombaları atıldı. Mecburen herkesle birlikte İTÜ'nün merdivenlerine doğru kaçmaya başladık. Arzu Kurt ile birlikte birbirimize tutunup çöktük. Tam o sırada coplarla polisler ikimizi darp etti. 48 saatte yalnızca 1 kez yemek verildi. Çıplak aramaya maruz bırakıldık. Çırılçıplak soyup ıkınmamı istediler" diye konuştu. Kabin memuru sanık Arzu Kurt ise, "Bana sinkaflı küfürler edildi. Anadan doğma şekilde Hatice gibi aramam yapıldı. Suçlamaları kabul etmiyorum" diye konuştu.
"NE GÜZEL ORUÇ TUTMUŞLAR"
Suçlamaları kabul etmeyen tutuksuz sanık Yılmaz Tüzen'in avukatı Melis Dalgıç da şunları söyledi:
"Gözaltına alınanların bana anlattıkları ve gördüklerimle ilgili olarak, şahısların aç ve susuz bırakıldığını Baro'ya da, Cumhuriyet Savcılığı'na da bildirdim. Önlem alınması gerektiğini vurguladım. Hatta bu durumu, ismini hatırlayamadığım bir savcı ile görüştüğümde, ona sanıklar aç-susuz dediğimde, 'Ne güzel, oruç tutmuşlar' dedi." "SOMA'DA PARA HIRSINA KURBAN EDİLEN MADENCİLERİ SAYGIYLA AINYORUM"
Evli ve 1 çocuk babası olan lise mezunu sanık Yücel Demir ise, savunmasına, "Soma'da para hırsına kurban edilen madencileri saygıyla anıyorum" diyerek başladı.
"1 Haziran 2013 günü saat 12.30 sıralarında Galatasaray Lisesi önünde gözaltına alındım. Gözaltına alındıktan sonra 15 saat bir polis otobüsü içerisinde hapsedildik. Neredeyse nefes almamıza dahi müsaade edilmedi. Orada olmamın nedeni, hükümetin doğayı katleden uygulamalarına olan tepkimdir. Kanunsuz bir gösteriye katılmak gibi bir amacım da yoktu. Suçlamaları kabul etmiyorum."
"SİZİN YÜZÜNÜZDEN 48 SAATTİR ÇALIŞIYORUZ, EVE GİDEMEDİK"
Yönetmen ve senarist sanık Ahmet Küçükyalı da, "Gözaltına alındıktan sonra çevik kuvvet otobüsüne bindirildiğimde, bir tane görevli koltuklara sopa ile vurarak, 'Sizin yüzünüzden 48 saattir çalışıyoruz, eve gidemedik' diye bağırdı. Telefon görüşmesi yaptırmadılar, yiyecek vermediler, tuvalete bir defa gitmeme izin verildi. Suçlamaları kabul etmiyorum. Ben Kültür Bakanlığı'na eser veren ve bu kapsamda çalışma yapan senaristim, aynı zamanda yapımcı ve yönetmenim. Kanun dışı faaliyet içerisinde olmam söz konusu değil, beraatime karar verilsin" diyerek kendini savundu.
"İSTESEYDİM KAÇARDIM, YAKALAYAMAZLARDI. BEN MİLLİ TAKIM RAGBİ OYUNCUSUYUM"
Polis tarafından darp edildiğini iddia eden Ragbi Milli Takım oyuncusu Doğan Doğan da, "Akrep denilen araca sokuldum. İçeride benim gibi 5 şahıs daha vardı, bizi darp ettiler. Ardından başka bir araca bindirildim ve burada da darpa uğradım. Ancak herhangi bir müdahalem olmadı. İsteseydim kaçardım, yakalayamazlardı. Zira ben Milli Takım ragbi oyuncusuyum. Tüm bunlara rağmen darp edildim ve çok ağır hakaretlere maruz kaldım" dedi.
"40 POLİS BANA TEKME ATARAK KÜFÜR ETTİ"
Doğan, savunmasına şöyle devam etti:
"İstanbul Emniye Müdürlüğü binası önünde araçtan indiğim sırada, yakalananlar kaçmasın diye otobüsün önünde yaklaşık 40 tane polis vardı. Ben bunların arasından geçerken, hepsi bana tekme atarak küfür ettiler. Benim dışımda araçtan inenlere de bu şekilde vurdular. Aralarında kızlar ve Erasmus bursu ile gelen yabancı öğrenciler de vardı. Ben bunların da dayak yediğini gördüm."
"KOLUMDA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İMZASI OLAN DÖVME VAR DİYE ANNEM VE BABAMA KÜFÜR EDİLDİ"
Sanık İlker Yeniay ise, "Mustafa Kemal Atatürk dövmelerimden dolayı polis bana laf attı. Ben de kendisine cevap verince, aramızda arbede çıktı. Başka bir polis aramıza girdi. Daha sonra bir arabaya sevk edilip 20 saat tutuldum. Nezaretteyken kemerimiz alındığından pantolonum düştü, bu yüzden de polisle aramda tartışma çıktı. Detaylı aramadan geçtim ve burada sinkaflı küfürlere maruz kaldım. Benim babam emekli astsubaydır. Kolumda Mustafa Kemal Atatürk imzası olan dövme var diye polis tarafından annem ve babama küfür edildi" dedi.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/73975/Kan_donduran_sozler__Polis_cirilciplak_soyunup_ikinmami_istedi.html
Gezi Parkı olaylarına ilişkin yedisi yabancı 255 sanıklı davanın 7. duruşması yapıldı. İstanbul Adalet Sarayı'nda bulunan 55. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya 23 tutuksuz sanık katıldı. Sanıklar, kimlik tespitinin ardından savunmalarını yaptı.
"9-10 POLİS ÜSTÜME GELİP AĞIR ŞEKİLDE DARP ETTİLER"
Duruşmada savunma yapan üniversite öğrencisi Mustafa Emrullah, 2 Haziran 2013 gecesi Üsküdar'dan Beşiktaş'a arkadaşını ziyaret etmek için geçtiğini belirterek, "Arkadaşıma giderken, daha önceden atılmış gaz bombasından etkilenip öğrencisi olduğum Bahçeşehir Üniversitesi kampüsüne sığındım. Beşiktaş Çarşı'ya girmek istedim, ancak Barbaros Bulvarı girişi polis tarafından tutulmuştu. Akaretler tarafına yürüdüm, ancak polis orayı da tutmuştu. Geri dönerken, dinlenmekte olan çevik kuvvet polisi bana laf attı. 'Evine git birader" dedi. Daha sonra ağır küfürler etti. 9-10 polis üstüme gelip ağır şekilde darp ettiler" dedi.
"BEYİN SARSINTISI GEÇİRİYOR OLABİLİRDİM"
Polislerin kafasına kaskla vurduğunu iddia eden Emrullah, "Darpın etkisiyle kendimde değildim. Otobüse ters kelepçeli olarak bindirildim. Kafam kanıyordu. Gözaltına alınan diğer şahıslar kafamın kanamasını durdurmak için kafama tişört tuttular. Polisler bunu yapanlara da küfür etti. 2 saat tıbbi yardım yapılmadı. O sırada beyin sarsıntısı geçiriyor olabilirdim" diye konuştu.
"ÇIPLAK ARAMAYA MARUZ BIRAKILDIK"
Kabin memuru sanık Hatice Tuğşen Akyol da, 5 Haziran 2013 günü saat 20.00 civarında arkadaşının kendisi ve diğer arkadaşı Arzu Kurt'u Gümüşsuyu Caddesi'nin başında bıraktığını belirterek, "Hiçbir olay yoktu. Gezi Parkı'nın oraya gittik. Birkaç saat oturduktan sonra, eve dönmek için taksiye binmek amacıyla indiğimiz yere geri döndük. Bir anda gaz bombaları atıldı. Mecburen herkesle birlikte İTÜ'nün merdivenlerine doğru kaçmaya başladık. Arzu Kurt ile birlikte birbirimize tutunup çöktük. Tam o sırada coplarla polisler ikimizi darp etti. 48 saatte yalnızca 1 kez yemek verildi. Çıplak aramaya maruz bırakıldık. Çırılçıplak soyup ıkınmamı istediler" diye konuştu. Kabin memuru sanık Arzu Kurt ise, "Bana sinkaflı küfürler edildi. Anadan doğma şekilde Hatice gibi aramam yapıldı. Suçlamaları kabul etmiyorum" diye konuştu.
"NE GÜZEL ORUÇ TUTMUŞLAR"
Suçlamaları kabul etmeyen tutuksuz sanık Yılmaz Tüzen'in avukatı Melis Dalgıç da şunları söyledi:
"Gözaltına alınanların bana anlattıkları ve gördüklerimle ilgili olarak, şahısların aç ve susuz bırakıldığını Baro'ya da, Cumhuriyet Savcılığı'na da bildirdim. Önlem alınması gerektiğini vurguladım. Hatta bu durumu, ismini hatırlayamadığım bir savcı ile görüştüğümde, ona sanıklar aç-susuz dediğimde, 'Ne güzel, oruç tutmuşlar' dedi." "SOMA'DA PARA HIRSINA KURBAN EDİLEN MADENCİLERİ SAYGIYLA AINYORUM"
Evli ve 1 çocuk babası olan lise mezunu sanık Yücel Demir ise, savunmasına, "Soma'da para hırsına kurban edilen madencileri saygıyla anıyorum" diyerek başladı.
"1 Haziran 2013 günü saat 12.30 sıralarında Galatasaray Lisesi önünde gözaltına alındım. Gözaltına alındıktan sonra 15 saat bir polis otobüsü içerisinde hapsedildik. Neredeyse nefes almamıza dahi müsaade edilmedi. Orada olmamın nedeni, hükümetin doğayı katleden uygulamalarına olan tepkimdir. Kanunsuz bir gösteriye katılmak gibi bir amacım da yoktu. Suçlamaları kabul etmiyorum."
"SİZİN YÜZÜNÜZDEN 48 SAATTİR ÇALIŞIYORUZ, EVE GİDEMEDİK"
Yönetmen ve senarist sanık Ahmet Küçükyalı da, "Gözaltına alındıktan sonra çevik kuvvet otobüsüne bindirildiğimde, bir tane görevli koltuklara sopa ile vurarak, 'Sizin yüzünüzden 48 saattir çalışıyoruz, eve gidemedik' diye bağırdı. Telefon görüşmesi yaptırmadılar, yiyecek vermediler, tuvalete bir defa gitmeme izin verildi. Suçlamaları kabul etmiyorum. Ben Kültür Bakanlığı'na eser veren ve bu kapsamda çalışma yapan senaristim, aynı zamanda yapımcı ve yönetmenim. Kanun dışı faaliyet içerisinde olmam söz konusu değil, beraatime karar verilsin" diyerek kendini savundu.
"İSTESEYDİM KAÇARDIM, YAKALAYAMAZLARDI. BEN MİLLİ TAKIM RAGBİ OYUNCUSUYUM"
Polis tarafından darp edildiğini iddia eden Ragbi Milli Takım oyuncusu Doğan Doğan da, "Akrep denilen araca sokuldum. İçeride benim gibi 5 şahıs daha vardı, bizi darp ettiler. Ardından başka bir araca bindirildim ve burada da darpa uğradım. Ancak herhangi bir müdahalem olmadı. İsteseydim kaçardım, yakalayamazlardı. Zira ben Milli Takım ragbi oyuncusuyum. Tüm bunlara rağmen darp edildim ve çok ağır hakaretlere maruz kaldım" dedi.
"40 POLİS BANA TEKME ATARAK KÜFÜR ETTİ"
Doğan, savunmasına şöyle devam etti:
"İstanbul Emniye Müdürlüğü binası önünde araçtan indiğim sırada, yakalananlar kaçmasın diye otobüsün önünde yaklaşık 40 tane polis vardı. Ben bunların arasından geçerken, hepsi bana tekme atarak küfür ettiler. Benim dışımda araçtan inenlere de bu şekilde vurdular. Aralarında kızlar ve Erasmus bursu ile gelen yabancı öğrenciler de vardı. Ben bunların da dayak yediğini gördüm."
"KOLUMDA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İMZASI OLAN DÖVME VAR DİYE ANNEM VE BABAMA KÜFÜR EDİLDİ"
Sanık İlker Yeniay ise, "Mustafa Kemal Atatürk dövmelerimden dolayı polis bana laf attı. Ben de kendisine cevap verince, aramızda arbede çıktı. Başka bir polis aramıza girdi. Daha sonra bir arabaya sevk edilip 20 saat tutuldum. Nezaretteyken kemerimiz alındığından pantolonum düştü, bu yüzden de polisle aramda tartışma çıktı. Detaylı aramadan geçtim ve burada sinkaflı küfürlere maruz kaldım. Benim babam emekli astsubaydır. Kolumda Mustafa Kemal Atatürk imzası olan dövme var diye polis tarafından annem ve babama küfür edildi" dedi.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/73975/Kan_donduran_sozler__Polis_cirilciplak_soyunup_ikinmami_istedi.html
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Gezi Parkı eylemlerinden beri ne zaman bir toplumsal olayla karşılaşsa, ya da eleştirilerin odak noktasında olsa, ya nefret söylemleri ile seçtiği birkaç kişinin üzerine gidiyor, ya da yalanlara başvuruyor. Erdoğan Soma’da yaşanan iş cinayetinden sonra da aynı yöntemi uygulamaya başladı. Bu kez hedefte Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil ve Posta gazetesi yazarı Yazgülü Aldoğan var.
Gezi Parkı eylemleri sırasında Başbakan Erdoğan hemen her gün, açıklamalarda bulunuyor, ancak söylediklerinin doğruluğu kanıtlanamıyordu.
Gelin sizi henüz üzerinden 1 yıl bile geçmeyen o günlere götürelim.
“BAŞÖRTÜLÜ BACIMA SALDIRDILAR”
O günlerde Başbakan Erdoğan’ın miting meydanlarında dilinden düşürmediği bir cümle vardı:
“Benim başörtülü bacıma saldırdılar.” Hatta bununla da yetinilmemiş eylemcilerin o kadının üzerine işediği bile söylenmişti.
Peki, Başbakan’ın bu sözü doğrumuydu?
Hayır.
Tarih: 13 Şubat 2014
Kanal-D Haber’de yayınlanan güvenlik kayıtları tüm yalanları ortaya çıkardı. Görüntülerde Başbakan’ın söylediği türbanlı kadına herhangi bir saldırı görülmüyor. Görüntülerde özetle şunlar yaşanıyor:
Polis raporuna göre Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu'nun gelini kameranın görüş açısına giriyor. Elinde bebek arabası, arabada da bebeği var. Genç kadın Kabataş tramvay durağının karşısındaki kaldırıma geçiyor, ve eşini beklemeye başlıyor.
Gelelim Başbakan’ın bir başka gerçek olmayan söylemine.
“CAMİYE BİRA ŞİŞELERİYLE GİRDİLER”
Tarih: 9 Haziran 2013
Başbakan Erdoğan Ankara Esenboğa Havalimanı'nda yaptığı açıklamada "Dolmabahçe Camii'ne maalesef bira şişeleriyle girmek suretiyle, ayakkabıyla onu da yaptılar" dedi.
Peki gerçek neydi?
Gelin onu da o günkü Bezm-i Alem Valide Sultan Camii müezzini Fuat Yıldırım’ın ağzından dinleyelim:
"Burada içki içilmedi. Eylemciler buraya sığındıktan sonra içki içen görselerdi zaten kendileri dışarı atardı."
Odatv’de yayınladığı haberlerle o bira kutusunun daha sonra oraya konduğunu kanıtlamıştı.
“POLİS MEMURUMUZU ŞEHİT ETTİLER”
Yine Gezi Parkı eylemleri sırasında Başbakan meydanlara çıkmış, olaylar esnasında hayatını kaybeden polis memuru Mustafa Sarı’yı eylemcilerin şehit ettiğini şu sözlerle duyurmuştu:
“Polis memurumuzu şehit ettiler”
Peki bu açıklamanın ardından polis memuru Mustafa Sarı’nın kardeşi Adem Sarı ne demişti?
“Mustafa düşmüştür, atıldığı iddiaları spekülasyon. Abim arkadaşlarıyla beraber göreve giderken düşüyor. Biz acımızı yaşamak istiyoruz.”
“ERDOĞAN YİNE AYNI ŞEYİ YAPIYOR”
Şimdi bugüne gelelim. Soma’da büyük bir facia yaşandı. Resmi rakamlara göre 301 vatandaşımızı kaybettik. Başbakan Erdoğan yine aynı şeyi yapıyor. Erdoğan bugünkü grup toplantısında Soma faciasının nedenleri ve sorumluları ile ilgili açıklama yapmak yerine Yılmaz Özdil ve Yazgülü Aldoğan’ı hedef gösterdi.
Erdoğan toplantıda yazarlara şu sözlerle yüklendi:
“Çıkmış bir insan müsveddesi, bizim Manisa'daki mitingimize baretleriyle katılmalarını gerekçe göstererek, "Bunlar ona müstehak" diyor. Sadece zeybek oynarken diz çökermiş. Sen patronun, paranın önünde nasıl diz çöktüğünü söyle. Sürüngen sürüngendir, ayağa kalkamaz ki diz çöksün.
Aynı patronun dalkavuklarından, ne şehit ne gazi onlar niyazi diyor.”
Peki Yılmaz Özdil konuşmasında ne demişti?
“Meclis'te bir tartışma yaşanmıştı. Bu Soma işçilerinin, maden ocağında çalışma yerine baratleriyle birlikte AK Parti mitinglerine katılmalarıyla ilgili olarak. O zaman Çalışma Bakanı, cevap vermişti 'Ne var yani bir maden sahibi, herhangi bir partiyi sevmesi yasak mı?' demişti. Dolayısıyla burada ben Başbakan'a katılıyorum. Yani bu olan biten gayet, normaldir hatta müstahaktır bile denilebilir. Türkiye Tayyip Erdoğan ile layığını bulmuştur. Bana göre hepimizi daha büyük facialarda beklemektedir.”
Özdil'in bu sözleri Soma'da ölenler için "müstehak" dediği şeklinde yorumlanmıştı. Halbuki Yılmaz Özdil konuşmasında Başbakan Erdoğan’ın sözlerini tekrarlıyordu. Ancak bu sözleri kendisi söylemiş gibi suçlanan Özdil, Başbakan tarafından hedef haline getirildi.
Yazgülü Aldoğan da Twitter’da yazdığı “Pazar sabahı günümüz aydın olamıyor: Şimdi de bir şehit lafı icat ettiler ki isyan edilmesin. Onlar ne şehit ne gazi. Kar yoluna gitti Niyazi” ifadeleri nedeniyle Başbakan’ın hedefi haline geldi.
Yazgülü Aldoğan da dün Odatv’ye yaptığı açıklama ile mesajını şöyle açıklamıştı:
“Şehitlik sözüne gelince: Bu kelimenin anlamını bir şehit kızı olarak en iyi ben bilirim. Şehidin arkasından ağlanmaz, şehite üzülünmez, şehit neden öldü diye sorgulanmaz. Yapılmak istenen bu ve buna hayır dedim. O madenciler şehit değil, ekmek parası peşinde çırpınırken vahşi kapitalizmin kurbanı olmuş işçilerdir ve ben onların haklarını her koşulda savunmaya devam edeceğim.”
Başbakan Erdoğan görüldüğü gibi Yazgülü Aldoğan’ın sözlerini de çarpıtıyor. Aldoğan’ın “Kar yoluna gitti Niyazi” söylemini, “Aynı patronun dalkavuklarından, ne şehit ne gazi onlar niyazi diyor” ifadeleriyle topluma sunuyor.
Kısacası Başbakan başı her sıkıştığında, kafasından bir hikaye uyduruyor, bu hikayeye herkesten fazla kendisi inandığı gibi, söylemleriyle toplumu da kutuplaştırıyor.
http://www.odatv.com/n.php?n=ne-zaman-sikissa-yalan-soyluyor-2005141200
Siirt Üniversitesi Öğrenci Kolektifi üyesi olduğu dönemde katıldığı protestolar nedeniyle hapis cezası alan ve yurtdışına çıkan Barış Ataman yanmış halde ölü bulundu. Olayın intihar mı cinayet mi olduğu henüz bilinmiyor.
İlköğretim öğrencilerine toplu tecavüz olayını protesto ettiği için 10 ay, polise “İmamın ordusu” dediği için de 1 yıl 5 ay 15 gün hapis cezası alan Barış Ataman, iltica ettiği Fransa’da şiddetli bir şekilde yanmış halde ölü bulundu. Savcılık olayın intihar mı yoksa cinayet mi olduğunu araştırıyor.
Öğrenci Kolektifleri üyesi olan Ataman, 2010-2012 arasında Mersin ve Siirt’te birçok kez gözaltı, soruşturma ve mahkumiyetlere konu oldu.
İNTİHAR ŞÜPHESİ
PKK'ya yakınlığı ile bilinen Fırat Haber Ajansı'nın (ANF) haberine göre, Ataman, 13 Mayıs akşamı saat 21.00 sıralarında Lyon’un 7′inci semtinde Rhone havuzunun şantiyesinde itfaiyeciler tarafından yanmış halde bulundu. Eduard-Herriot hastanesine kaldırılan Ataman, aynı gece yaşam mücadelesini kaybetti. Ataman’ın vücudundaki yanıkların nedeni araştırıyor. Ataman’ın arkadaşlarından alınan bilgiye göre son zamanlarda yoğun bir umutsuzluk yaşıyordu ve babasından gelip kendisini götürmesini istiyordu.
Babası, oğlunun ısrarlarının ardından Fransa’ya gelmek için 15 Mayıs’a bilet aldı, ancak daha yola çıkmadan oğlunun ölüm haberi ulaştı.
Babasını en son aradığında “Takip ediliyorum. Beni götür” dediği iddia ediliyor.
ZİFT DÖKÜLEREK YANMIŞ
Arkadaşlarından Ufuk Dersim, savcılığın cenazeyi babasına da göstermediğini belirtirken, daha önce polisin verdiği bilgilere göre Ataman’ın vücudunda yüzde 90′ın üzerinde yanıklar oluştuğu bilgisini verdi. Polis, Ataman’ın kolundaki bir dövmenin detaylı fotoğraflarını babasına göstermekle yetinmiş.
Olayı duyduktan sonra Paris’ten Lyon’a giden Dersim’e göre, Ufuk’un vücudundaki yanıklar, zift dökülerek gerçekleşmiş. Cenazenin DNA testi ardından alınması bekleniyor. Bunun da bir iki hafta sürebileceği belirtiliyor.
Babası, Türkiye’deki davalar ve baskıların oğlunun ölümüne neden olduğunu düşünüyor.
"İMAMIN ORDUSU" DEDİĞİ İÇİN CEZA ALMIŞTI
Ataman, Siirt Üniversitesi Öğrenci Kolektifi üyesi iken, Siirt’te ilköğretim öğrencilerine toplu tecavüz olayını protesto ettiği için açılan davada 28 Mart 2011′de 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
18 Ekim 2011′de Mersin’de Tevfik Sırrı Gür Lisesi önünden geçerken çevik kuvvet ekipleri tarafından darp edilerek gözaltına alınan Ataman, birkaç ay sonra, iki öğrenci arkadaşı ile birlikte Mersin’de kendilerini döverek hakaret eden polislere, “İmamın Ordusu” dedikleri için haklarında “görevli memura görevinden dolayı hakaret” gerekçesiyle 1 yıl 5 ay 15 gün hapis cezası verilmişti.
O gün ANF’ye konuşan Barış Ataman mağdurken suçlu konumuna getirildiklerini, yalnızca ‘İmamın ordusu’ ve ‘AKP’nin polisi’ dedikleri için kendilerine bu cezanın verildiğini söylemişti.
http://www.odatv.com/n.php?n=imamin-ordusu-dedigi-icin-ceza-alan-ogrenci-yakilmis-halde-olu-bulundu-2005141200
ABD Dışişleri Bakanlığında Pazartesi günü yapılan günlük basın toplantısında, Bakanlık sözcüsü Jen Psaki, Soma ile ilgili sorulan bazı soruları cevaplandırdı.
Psaki, Erdoğan’ın bir vatandaşı tokatlaması ile ilgili sorulan soruya karşılık olarak “Sebepsiz olduğu aşikar şekilde göstericilere uygulanan şiddeti reddediyoruz” demesi dikkat çekti. Psaki ayrıca, bu sorunun cevabı olarak, ‘Türk kanunlarına göre hesap verilmeli’ konusunda ısrarcı demesi de, Ankara’ya gönderilen bir başka mesaj oldu.
Psaki, Türk hükümetinin protestolara nasıl karşı verdiği sorusuna karşılık olarak da, polisin müdahalesini ‘sebepsiz yere uygulanan şiddet’ olarak tanımladı ve bu müdahaleyi ‘reddediyoruz’ dedi.
ABD Dışişleri bakanlığında, sözcü Psaki ile gazeteciler arasındaki soru ve cevaplar şöyle gelişti:
Soma’dan sonra Türk hükümeti ABD’den yardım istendi mi?
Bildiğimiz kadarıyla Türk hükümeti uluslararası yardım istemedi. Şu anda, Türkiye yardım istediği takdirde bu yardımı yapmaya hazırız. Tekrar etmeliyim ki, trajik maden kazasında hayatını kaybedenlerin aile ve dostlarına en kalbi başsağlığı diliyoruz.
Birçok şehirde protestolar yapıldı Türkiye’de ve bunların hemen hepsine polis gücüyle müdahele edildi. Bunu nasıl görüyorsunuz?
Bu feci trajedinin hemen sonrasında başlayan protesto haberlerini izliyoruz. Bildiğiniz gibi biz barışçıl protestolar da içinde olmak üzere, ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü gibi hakları her demokrasinin temel unsurları olarak destekliyoruz. Bu bağlamda bu durumu takip etmeye devam edeceğiz.
Başbakan’ın bir vatandaşı tokatlaması hadisesini gördünüz mü? Yorumunuz?
Biz bazı videoları gördük. Biz, sebepsiz olduğu aşikar şekilde göstericilere uygulanan şiddeti reddediyoruz ve Türkiye’deki hukukun üstünlüğü uyarınca sorumluluk alınmasında (hesap verilmesinde) ısrar ediyoruz.
Erdoğan’ın ‘ülke liderini yuhlarsan tokatı yersin’ sözünü gördünüz mü?
Bu haberleri gördük. Spesifik olarak hangi dilin kullanıldığı bizde yok. Eğer bu hakaretamiz sözler söylenmişse, tabi ki bunları kınıyoruz. Sanırım orada bazı karışıklıklar var.
Anti-semitik kelimelerden mi bahsediyorsunuz?
Onları gördük. Bunlar (anti-semitik sözler) gerçekten kullanılmış ise, tabi ki onları kınıyoruz. Sanırım orada bazı muğlaklıklar var.
Genel olarak Türkiye bu protestolara nasıl cevap verdi?
Açıkça söylediğim gibi, sebepsiz yere göstericilere ve protestoculara uygulanan açık şiddeti reddediyoruz ve Türk kanunlarına göre de hesap verilebilirlik konusunda ısrar ediyoruz.
Sizce Türkiye aşırı tepki mi gösterdi?
Olan bazı olaylarda kesinlikle endişeliyiz.
Sebepsiz güç deyince, Erdoğan’ın vurduğu tokat da içinde mi?
Bunu söylerken, gördüğümüz birçok video ile ilgili diyoruz. (İlhan Tanır / Posta 212 )
http://www.odatv.com/n.php?n=abdden-tokat-aciklamasi-2005141200
AK-Medya Erdoğan’ın madenler için 7 maddelik bir eylem planı açıklamaya hazırlandığını yazdı. (Yeni Şafak, 19 Mayıs 2014)
Tüm madenlerde olağanüstü hal diye sunulan maddeler şunlar:
1) İş mevzuatı yenilenecek.
2) ILO sözleşmesi imzalanacak.
3) Madenler ILO’ya uyana kadar çalışmaları askıya alınacak.
4) Teftişler teftiş edilecek.
5) Şeffaf soruşturma yapılacak.
6) Ailelere yüksek tazminat ödenecek.
7) Soma’da ölenler “sivil şehit” sayılacak.
Madenler kararname ile Erdoğan’a bağlı
Bakın bunlar “madenler için 7 maddelik eylem planı” değil, aslında suç itirafıdır!
Şundan: Madenlerde zaten olağanüstü hal
uygulaması vardır. Çünkü tüm madenler bir kararname ile zaten Erdoğan’a
bağlanmıştı; ruhsatları Erdoğan veriyordu...
Kısacası madenler doğrudan Erdoğan’ın sorumluluğunda ve onun belirlediği kişi ve yöntemlerle çalışıyordu!
1) İş mevzuatı da, pek çok diğer mevzuat
da pratikte Çalışma Bakanlığı’nın, Enerji Bakanlığı’nın ya da Çevre
Bakanlığı’nın değil Erdoğan’ın sorumluluğundaydı.
Zira Erdoğan Taksim’deki Gezi Parkı’na ne
yapılacağından, hangi madenin kime verileceğine, firkateyni hangi
tersanenin yapacağına kadar hemen her şeyin tek belirleyeniydi!
Yani sonuçta mevcut iş mevzuatının sorunlu halinin sorumlusu 12 yıldır başbakan olan Erdoğan’dır.
ILO sözleşmesini Erdoğan imzalamadı!
2) Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO)
“Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”ni 12 yıldır imzalamayan zaten
Erdoğan’ın kendisidir!
Hem hükümetlere hem de maden
işletmelerine büyük sorumluluklar getiren bu sözleşme, kârları olumsuz
etkileyeceği için hep görmemezlikten gelindi.
O sözleşme imzalansaydı en azından “yaşam odası” olacak ve 302 yurttaşımız ölmeyecekti!
3) ILO sözleşmesine uymayan madenlerde faaliyetin asıya alınması zaten eşyanın tabiatı gereğidir.
4) Teftişlerin de teftiş edilmesi zaten
hükümetlerin sorumluluğundadır. Ancak 12 yıllık AKP iktidarında ne adam
gibi teftiş yapılabilmektedir, ne de teftişler teftiş edilebilmektedir!
Teftiş konusu 12 yıldır, AKP’nin Cumhuriyet kurumlarını ele geçirip dönüştürmesine uygun şekilde ele alınmıştır!
Örneğin aslında en büyük teftiş Sayıştay raporlarıdır ve o raporlar TBMM’de okunmamıştır!
1 nolu sorumlu: Erdoğan
5) Şeffaf soruşturma yapılabilmesi halkın sorumluların yakasına yapışabilmesine bağlıdır.
Erdoğan’ın asıl sorumlu görülmediği bir dava, zaten dava değildir!
6-7) Kuşkusuz 301 yurttaşımız şehittir;
çünkü kendilerini düşman gibi gören bir rejim tarafından öldürülmüştür! O
rejim mafyokrasidir, vahşi kapitalizmdir; vatan topraklarının ve
cumhuriyet kurumlarının özelleştirme yoluyla uluslararası sermayeye
peşkeş çekilmesidir!
Ama şu gerçeği de bilelim: Soma’da
ölenlerin “sivil şehit” sayılması, sorumluluğu olanların sorumluluktan
kaçış hamlesidir. Kâr rejiminin kuralsızlığında çalıştırılan işçilerin
toplu cinayetini perdeleme maskesidir!
Gazeteciler
Yılmaz Özdil ve Yazgülü Aldoğan için ‘vicdanı olmayan tipler’ diyen
Erdoğan, Doğan Holding’e bir liste verdi. Başbakan, listede ‘vicdansız’
diye çizdiği isimlerin kovulmasını istedi
TİKA tarafından
tamamlanan ortak projelerin açılışının yapılacağı “Ayrı Coğrafyalarda
Aynı İmza” başlıklı törende konuşan Recep Tayyip Erdoğan, Soma’da 301
madencinin yaşamını yitirmesi üzerinden iktidarlarına eleştiri
yöneltilmesine tepki gösterdi. Maden şirketinin patronunun AKP’li olduğu
iddiasını reddeden Erdoğan, “İlk defa o gün orada gördüm. O güne kadar
kendisiyle görüşmüş değilim. Tanımam bilmem” dedi. Halkın sorunlarını
görmezden gelip devlet olanaklarını farklı amaçlarla kullandıkları
yönündeki eleştirilere de cevap veren Erdoğan, “Biz Allah’ın izniyle,
milletimizin desteğiyle Soma’ya da ulaştık ve oradaki yaraları sardık,
sarıyoruz, saracağız. Ama Somali’ye de ulaşacak güçte bir devletiz
artık” diye konuştu.
371 dedi, sonra düzeltti...
Erdoğan, Soma’da yaşamını yitiren işçi sayısını söylerken de yanlışlık yaptı.
“Şimdi de biz
Soma’da 371 kardeşimizin ailelerini mağdur etmemek için her türlü
tedbiri aldık” diyen Erdoğan, daha sonra bu ifadesini “Galiba az önce
bir dil sürçmesi oldu; 371 değil 301 olacak” şeklinde düzeltti.
‘Ya kovarsın...’
Erdoğan,
Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil ve Posta gazetesi yazarı Yazgülü
Aldoğan için işten atma çağrısında bulundu. Erdoğan, “Biz vicdan sahibi
bir milletiz. Vicdan sahibi milletin elbette vicdan sahibi devleti
olacak. Fakat insanlıktan nasibini almamış, zerre kadar vicdanı olmayan,
ahlak değerleriyle yakından alakalı olmayan bazı tipler de bizim
mitinglerimize geldi diye, ‘Onlar buna müstahaktır’ diyecek kadar seviye
kaybından mahrum olanlardır. Bakıyorsunuz, bir diğeri de, o da
kalkıyor, maalesef çok çok ahlaksızca bir ifadeyi kullanıyor. ‘Ne
gazidir, ne şehittir ...dir, niyazidir’ diyenleri yanlarında
barındıranlar onlar da aynı şeyi düşünüyorlar.
Şimdi ben
soruyorum: Bu yazıyı yazanların patronları acaba bunları kendi
gazetelerinde nasıl barındırıyorlar? Diyorum ki sen bir patron olarak
sen de aynı zihniyetin mensubusun, eğer bunları hâlâ kapıya koyamıyorsan
sen de aynı zihniyetin mensubusun” ifadelerini kullandı.
Özdil ve Aldoğan ne demişti?
Yılmaz Özdil’in
Soma’daki maden cinayetiyle ilgili söylediği ve Erdoğan’ın tepki
gösterdiği ifadeler şöyle: “Meclis’te bir tartışma yaşanmıştı. Bu Soma
işçilerinin, maden ocağında çalışma yerine baretleriyle birlikte AKP
mitinglerine katılmalarıyla ilgili olarak. O zaman Çalışma Bakanı, cevap
vermişti ‘Ne var yani bir maden sahibi, herhangi bir partiyi sevmesi
yasak mı?’ demişti. Dolayısıyla burada ben Başbakan’a katılıyorum. Yani
bu olan biten gayet, normaldir hatta müstahaktır bile denilebilir.
Türkiye Tayyip Erdoğan ile layığını bulmuştur. Bana göre hepimizi daha
büyük facialarda beklemektedir.”
Ayrıca, Yazgülü
Aldoğan, Twitter hesabından yazdığı “Pazar sabahı günümüz aydın
olamıyor: şimdi de bir şehit lafı icat ettiler ki isyan edilmesin. Onlar
ne şehit ne gazi. Kâr yoluna gitti niyazi” sözleri sebebiyle hedef
alınmıştı.
ODTÜ’nün
hazırladığı “Eynez Yeraltı Kömür Madeninde Meydana Gelen Facia ile
İlgili Değerlendirmeler” başlıklı rapor, Soma’daki ihmaller zincirini
gözler önüne serdi. Raporda, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Bu işin
fıtratında ölüm var” sözleri tekzip edilerek “Evet madenciliğin ve
benzer tehlikeli işkollarının doğasında kaza vardır. Ancak kazanın bu
kadar kayıpla sonuçlanması işin doğasında yoktur” denildi. ODTÜ Maden
Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Şebnem Düzgün’ün
hazırladığı raporda şu noktalar öne çıktı:
- Ocakta
yeraltındaki işçilerin sayısı ve kimliği “lambahane”deki lamba
numaralarından takip ediliyor. Bu durumda bile kazanın ilk gününden
itibaren yeraltında kaç kişinin mahsur kaldığının bilinmemesi pek mümkün
değildir.
- Kazanın
olduğu akşam Başbakan Erdoğan’ın yurtdışı gezilerini iptal etmesi sayı
hakkında bilgi sahibi olunduğunun en temel göstergesidir. Ayrıca Enerji
Bakanı Yıldız’ın ifade şekli de “.... İşçimize ulaşmış olduk”. Eğer sayı
biliniyor ve açıklanmıyorsa 5 gün boyunca kamuoyunun doğru bilgi alma
hakkı engellenmiştir.
Yaklaşımı hukuksuz
- Söz konusu
güvenlik zafiyetinin arama kurtarma çalışmalarının etkin yapılmasına
olumsuz etki ettiğinin de dikkate alınması gerekmektedir. İşletmenin
yangının başladığı sırada hangi işçinin ocağın neresinde olduğunu
belirtir bir açıklama yapması şarttır.
Talihsiz açıklama
- Enerji Bakanı
Yıldız 17 Mayıs öğle sularında ocakta metan gazı seviyesinin
arttığından söz etmiştir. Böyle bir ocakta metan gazı olması, hele de
yangının kendiliğinden yanma olduğunun belirtildiği bir durumda mümkün
görünmemektedir.
- Kazanın hemen
ardından Erdoğan “iş kazaları işin doğasında vardır” anlamında bir
açıklama yapmış ve bu argümanını desteklemek için de büyük kayıplı
madencilik kazaları örnekleri vermiştir. Bu kazalarda kayıpların büyük
olmasının temel nedeni, madenciliğin o dönemde işgücü odaklı yapılarak
teknoloji ve ekipmana dayalı olmamasıdır.
- İşgücüne dayalı madencilik günümüzde neredeyse kalmamıştır.
Çıkarılmaması gerekirdi
- Başbakanın bu
talihsiz karşılaştırması aslında madenciliğin bu şirket tarafından
işgücüne dayalı yapıldığının da dolaylı bir itirafıdır. Madenciliğin ve
benzer tehlikeli işkollarının doğasında kaza vardır. Ancak bu kadar
kayıp verilmesi işin doğasında yoktur. Eğer işin doğası buysa zaten bu
madenin çıkarılmaması gerekir. Başbakanın bu talihsiz açıklaması
herkesin kanını dondurmaktadır.
Taşeronluk bozdu
- İlk gün AKUT
ocakta arama kurtarma çalışmalarına katılmıştır. Kaç AKUT gönüllüsü
ocağa girmiştir bilinmelidir. Çünkü bu durum hem hukuki açıdan hem de
madencilik pratiği açısından kabul edilebilir bir durum değildir.
- Taşeronluk
ülkemiz madenciliğinin en temel sorunlarından biridir. Sorunun özü bu
politikayı geliştirenlerin, madenciliğin kendi içindeki sistemsel
bütünlüğünü göz ardı etmeleridir.
n Taşeronluğu
geliştiren madencilik politikacılarının en temel argümanı: Bu işletmeler
devlette iken kâr etmiyordu, şimdi taşeronlarla kâr ediliyor. Dünyanın
hiçbir yerinde küçük ölçekli madencilik büyük ölçekliyle yarışamaz.
n Soma’da
yaşananlar, madenciliğin doğasında olan ve gerçekleşmesi kaçınılmaz
olarak görülebilecek bir iş kazası niteliğinde değildir.
Deniz Kahraman
3 Temmuz 2011'de başlayan şike operasyonunun ardından, Cemaat’in Fenerbahçe’yi ele geçirmek istediği çok tartışılmıştı.
Cemaat bu iddiaları 'Camianın futbolla ne işi olur' diye yalanlasa da, Fethullah Gülen’in ortaya çıkan bir videosu, futbola hiç de uzak olmadığını ortaya çıkardı. Hanefi Avcı'nın avukatı olan Fidel Okan’ın yayınladığı bir videoda Fethullah Gülen, İhsan Kalkavan’la bir futbol takımı almayı planladığını anlatıyor. Gülen bu konuda alternatif bir takımın olduğunu da söylüyor.
Konuşmanın ilerleyen bölümlerinde ise Fethullah Gülen çok konuşulacak şu cümleleri kullanıyor:
“Ülker başladı; 1. oluyor, olmazsa 2. oluyor belli bir sahada. Biz futbolda yapalım dedi İhsan Bey. İnşallah öyle bir alternatif takım da var. Ben de ona dedim; ‘Bir araştırma yapın, bir bakın Cemaat halinde. Maliyetine bir bakalım, nedir filan. Zaten Fethullah Hoca’nın da bir futbolcu olması kaldı.”
Fethullah Gülen’in videoda bahsettiği Ülker, basketbolda mücadele eden bir takımdı. Hatırlanacağı üzere Ülker, 2006 yılında Fenerbahçe ile geniş çaplı bir sponsorluk anlaşması imzalayarak, Fenerbahçe ile birleşme kararı almıştı.
İşte o video:
Soma’da yüzlerce
işçinin ölümüyle sonuçlanan madenci katliamının perde arkasını Soma
A.Ş.’ye bağlı çalışan maden mühendisi Aydınlık’a anlattı. Madendeki
denetimlerin göstermelik olduğunu belirten mühendis ‘Saha izinleri için
tek sorumlu Başbakan Erdoğan’dır’ dedi
Soma Holding’e bağlı
kömür ocağında çalışan bir maden mühendisi yüzlerce işçiye mezar olan
faciayı Aydınlık’a değerlendirdi. Soma Kömür İşletmeleri şirketinin AKP
hükümetiyle “göbek bağı” olduğunu söyleyen mühendis, “İşçinin kanını
emdiler. Seçim zamanı ocakta üretimler durdurulur. AKP’ye 300 bin lira
destek verilir. O ay üretim düşük gibi gösterilerek işçilerin primleri
kesilir” ifadelerini kullandı.
İsminin
açıklanmasını istemeyen mühendis olayın kazada ölen 5 şehit mühendise
yıkılmak istendiğini vurguladı. “Yangınlı bölgenin olduğu yolda çalışma
bölgelerini boşaltmaları gerekiyordu. Üretimin durması konusunda karar
verici mühendis değil, işletme müdürüdür” diyen mühendis şunları
kaydetti:
“Soma’da taşeronlar
var. Bu taşeron sistemi ekip başıdır. Aslında taşeron değillerdir.
Anayasal taşeron diyelim. Ekip başı ‘Benim 50 tane işçim var’ diyor.
Yapacağın işte anlaşıyorsun. Ekip başına 2 bin 400 TL başçavuş maaşı
veriyorlar. Sonra işçiler için kişi başına fiyatta anlaşıyorlar. Derler
ki ‘Kişibaşına 3 lira vereceğim. Günlük 50 işçin mi geldi, 150 TL para
alacaksın.’Bu 30 günde ne yapar? 7,5 bin TL para yapar. Ekipbaşı bu
parayı da alır.
Denetim senaryosu
Çalışma Bakanlığı
her denetlemeden 2 hafta önce müfettişlerin görev yerlerini belirler.
Denetleme olacağını işletmelere haber gönderirler. Ya Maden Mühendisleri
Odası ya da çalışma güvenliği Ankara’da bir yemek verir. Orada
şirketine hangi müfettişin geleceği gösterilir. Onun neler sevdiğini
iyice araştırırsın. Dindar biriyse gidilir ona göre kitaplar alınır.
Rakı içiyorsa hangi marka içtiğine kadar öğrenilir. Şirket arabalarıyla
alınır, en güzel otellere yerleştirilir. Ocağın bir tarafı yönetmeliğe
uygundur, diğer tarafı değildir. Denetimden önce uygun olmayan bölgeye,
baraj denilen sistemle perdeleme yapılır. Müfettiş de bunu bilir.
Danışıklı dövüş. Herkes rolünü oynar.
Soma Kömürleri’nde
dizel araçlar çalışıyor. Normalde çalışması yasak. Ayrıca madencilikte
yasak olan ‘kara tumba’ yönteminin kullanıldığını görürsünüz. Tehlike
alarak üretim yapıyorsunuz. Eğer bir göçük ya da yangın olursa
kaçabilecek hiçbiryer yok. Can kaybı verirsiniz. Yönetimsel aksaklıklar
da var. Teknik elemanlara yeterince yetki ve görev verilmiyor.
Taşeronların (ekipbaşı) işletme müdürleri kadar yetkisi var.
‘Yeni yaşam odası yapmayacaklardı’
Dünyada çoğu ülkede
yaşam odası zorunlu. Türkiye ve üçüncü dünya ülkelerinde değil. Yaşam
odası olsa sonuç değişebilirdi. Park Teknik zamanında Ciner Grubu’nun
yaptırdığı bir yaşam odası vardı. O bölgede iş bitince kaldırıldı.
Yenisini yapmayı da düşünmüyorlardı. Yaşam odasının oluşturulması çok
maliyetli. Türkiye’de şu anki şartlarda devlet desteği olmadan şirketler
kolay kolay yaşam odası yapamaz.
‘90 kişi nerede?’
Yer altında 400’den
fazla ölen arkadaş olduğu kesin. Hükümet bize 300’lere gelmeden 271
rakamını verdi. O sırada içerde 120 insan vardı. Hesaba göre 391 kişi
çıkması gerekiyor. 90 adam nereye gitti?
Yangının
söndürülmesi için suyla birlikte kül basıldı. Bunu yapınca ortamda suyla
birlikte kül birikir. Yangını söndürmek için alevli bölgeye kül temas
eder. Şlam tarzındadır bu. Yavaş yavaş çamurlaşır, katılaşır. Yüzeyi
kaplar, havayla temasını keser ve yangını söndürür. Yangın olan bölgeye
kül basılıyor. Peki arama kurtarma çalışmalarında o bölge nasıl açıldı?
‘Siyasi görüşümü hep gizledim’
Siyasi görüşümden
dolayı işten atılma korkusu yaşadım. Bu yüzden gizlemeye çalıştım. Seçim
döneminde AKP’nin mitingine bütün işçiler para ve kumanya verilerek
götürülür. Bunların başında ekip başları olur. Seçim zamanı ocakta
üretimler durdurulur. AKP’ye 300 bin lira destek verilir. O ay üretim
düşük gibi gösterilerek işçilerin primleri kesilir. İşçilerden kesilen
primler AKP’ye gider. İşçilere 20-30 lira vererek kandırıyorlar,
arkalarından primlerini alıyorlar.
‘Kan emiciler ortaya çıkmalı’
6 bin çalışanı olan
bir şirketin bir numarası Ramazan Doğru’dur. Tam yetkili yani.
Kendisinin ve İdari İşler Sorumlusu olan eşi Melike Doğru’nun da devasa
rakamlarda maaş aldıkları biliniyor. İşçinin göz bebeklerine kadar
yalamış yutmuşlar. Bu adamların nasıl kan emdiklerinin ortaya çıkması
gerekiyor.
‘Saha izinleri için tek sorumlu Erdoğan’
AKP ile şirketin
göbek bağı var. En somut örnek Melike Doğru. Ramazan Doğru AKP
mitinglerine destek veriyor ama bunu kendi eşi için yapmıyor. Önceden
saha edinimleri, madencilik faaliyetlerini yürütebilmek için Maden
İşleri Genel Müdürlüğü’nden (MİGEM) saha edinilirdi. Artık arama saha
izinleri MİGEM’den alınıp Başbakan’ın iznine bağlandı. MİGEM aradan
çıkartıldı. Madenlerde yeraltı kaynaklarından tamamen sorumlu kişi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
‘Bakanlık sayesinde şirket masraflarını çıkaracak’
Çalışma Bakanlığı üç
ay boyunca 2 bin 900 işçinin maaşını kendi bütçesinden yatıracağını
açıkladı. Şirket buradan en büyük maaliyetinden kurtulmuş oluyor. Zaten
Eynez şirketi büyük masraflarını bu sürede çıkarmış olacak.”
‘Suçu ölen mühendislere yıkmak istiyorlar’
“Madencilik
sektöründe iş kazalarının tek bir sebebi var; patronların aşırı üretim
baskısı. Biz bir ekip olarak yapılan açıklamalar ve eldeki değerlerden
yola çıkarak olayın sebebi için olabilecek en bilimsel seçeneği bulduk.
H Panosu patlamanın
olduğu bölgenin hemen yanında bir alan. Park Teknik bu bölgenin üst
kotunda daha önce üretim yaptı. Kömürdeki yangınla başa çıkamadığı,
metanlı bir bölge olduğu için de başıma bela olur diye korkup Soma
Kömürleri’ne devretti. Soma Kömürleri de buradaki metanı çıkarmak için
direnaj çalışmalarına başladı. Ama hem metan direnajı yapıp hem üretime
devam ettikleri için yeterince çıkaramadılar. Bu çalışmanın yaşanan
olayda etkisi oldu. Bizim yaptığımız araştırmaya göre yangının sebebi
bir metan patlaması ve devamında gelen kömür gazı patlaması.
‘Kararı işletme müdürü verir’
Hazırlanan rapor ve
açıklamalara bakarsak, suçu ölen mühendislere atmaya çalışıyorlar.
Müfettiş raporlarına göre mühendisler günah keçisi. Yangınlı bölgenin
olduğu yolda çalışma bölgelerini boşaltmaları gerekiyordu. Herhangi bir
göçme ya da yanıkta monoksit gazının her yere yayılacağı tahmin
edilmeliydi. Bu bölgeler boşaltılmadığı için feci sonuç meydana geldi.
Ama oradaki üretimin durması konusunda karar verici mühendis değildir.
İşletme müdürüdür. Bunca insanın öldüğü bir olayda kimse sadece
mühendisler suçlu demesin.
‘Mühendis Koray tam bilgi verecekken öldü’
Olayın bütün
tanıkları öldü. Koray Karadağ’ın (şehit mühendis) ölümünden önce emniyet
amirleri ortamda monoksit değerinin arttığını, buranın boşaltılmasının
gerektiğini ona bildirdi. Koray bunun kararını kendisinin
veremeyeceğini, üst tarafa söyleyeceğini, daha sonra boşaltacağını
belirtti. Telefonu açıyor, tam o sırada ölüyor.”
Gamze Çınlar – Irmak Mete