AKP iktidarının ani çöküşü!
Geçen haftaki pazar yazımda AKP iktidarının çözülme sürecine
girdiğini belirterek, bunun nedenlerini analiz etmeye çalıştım. Bu saptama
iddialı ve sıradan bir değerlendirme olmadığı, günlük siyasal süreci işaret
ettiği için, bu hafta da konuya devam edeceğim.
Çünkü ortada sıradan bir merkez sağ hükümet bulunmuyor.
Cumhuriyetin ilerici ve aydınlanmacı kazanımlarını tasfiye eden, zaten içi
boşalarak bir kabuğa dönüşen eski rejimi yıkarak yerine dinci faşizan bir düzen
kurmaya çalışan bir siyasal güçle karşı karşıyayız.
GÜCÜN ZİRVESİ, DÜŞÜŞÜN BAŞLANGICI
AKP kendisini gücünün zirvesinde görüyor. Yeni rejimi görmek
için bütün olanaklara sahip olduğunu düşünüyor. Oysa gücünün zirvesinde
olduğunu düşündüğü an, onun en zayıf dönemine işaret ediyor. Paradoksal olarak
zirvede olduğu dönem aynı zamanda onun için düşüşün de başladığı andır.
Ancak AKP iktidarı kendiliğinden yıkılmayacak. Bir siyasal
ve toplumsal mücadele sonucu iktidardan uzaklaştırılacaktır. Siyaset
sosyolojisinin yasası gereği, iktidarı bırakmak istemeyecektir. Çünkü o bir
kurucu iktidar ve siyasal güçtür, sıradan bir parti ve hükümet değildir.
SİNSİ VE İKİYÜZLÜ STRATEJİ
Öncelikle saptanması gereken olgu şudur; AKP 12 yıla
yaklaşan tek partili iktidarı sırasında sinsi, iki yüzlü, gerçek amacını
gizleyen ve sabırla hedefine doğru ilerleyen bir strateji izledi. Tayyip
Erdoğan’ın bana söylediği gibi (geçen hafta yazdım) bunun adı “Muhammedi
devrim” stratejisiydi.
İşte bu uzun vadeli ve sabırlı, toplumu alıştırarak,
tepkileri ölçüp yumuşatarak ve güç toplayıp ilerleyerek yürütülen iktidar
programı; belli aşamalarda çeşitli ittifaklar kurularak gerçekleştirildi.
Sürekli olarak bir “ürkütmeme” ve güven verme politikası izlendi. Kamuoyunda
büyük bir demokratikleşme yanılsaması yaratıldı. Demokratik gerekçelerle adım
adım dinci ve faşizan bir rejim, bir tek parti diktatörlüğü kuruldu.
İKTİDAR ALANINDA DARALMA
AKP, toplumdaki sıkışmayı, iktidar alanındaki daralmayı tam
göremiyor. Eski rejimin bütün güçlerinin etkisizleştirildiğini, muhalefeti ve
toplumu sindirdiğini düşünüyor. Bu nedenle, yeni rejimin kuruluş dönemine
başlama zamanının geldiğine karar vererek 2012’den itibaren asıl programını
uyguluyor. Yeni rejimin kuruluş hamlelerinin özellikle 2013’de hızlandığı
görülüyor. AKP iktidarı seçimlerle kaybetse bile, ayakta kalacak yeni bir
rejimi mutlaka kurmak, gerçek iktidarı uzun vade de elinde tutmasını sağlayacak
düzenler yapmak istiyor.
Ancak çok geç kaldığı gibi, ayaklarının altındaki iktidar
zemininin kaydığını da görmüyor. Şimdi, hem iktidarın çözülme sürecine yol açan
nedenleri net şekilde saptamak hem de belli bir okuma kolaylığı sağlamak için
madde madde ilerleyelim.
KOALİSYON DAĞILIYOR MU?
AKP izlediği sinsi iktidar çizgisi sırasında geleneksel
egemen sınıf ve güçlere sürekli güven vermeye çalıştı. Bu süreci, sağ ve
özellikle sol liberallerle ittifak yaparak, bu çevreleri yedekleyerek götürdü.
Entelektüel açığını, yetersizliklerini liberallerin katkısıyla kapattı.
Donanımsızlığını liberallerin desteğiyle tolere etti.
Küresel sermayenin ve onunla işbirliği içindeki yerli iş
çevrelerinin beklentilerini, ikircimsiz şekilde ve kararlılıkla yerine getirdi.
Neo-liberal ekonomik programları gözü kara şekilde uyguladı. Nasılsa İslamın
bir ekonomik politikası yoktu. Yıkıcı liberal politikalarla siyasal İslam
pekâlâ yan yana olabilir, vahşi bir piyasacılık İslamcıların çizgisini oluşturabilirdi.
Dolayısıyla izlenen bu politika, Batıcı sermaye çevreleri ile AKP arasında
2011’e kadar gelen bir uzlaşma zemini sağladı. İstanbul burjuvazisi AKP’yi
kabullenmekle kalmadı, yaşamsal bir destek verdi.
AKP bir dar kadro partisi, dinci ideolojik belirlenimi
yüksek bir siyasal hareket olmasına karşın, izlediği ekonomik politikalar
nedeniyle uzun süre geleneksel ya da Batıcı sermaye çevreleriyle ciddi bir
sorun yaşamadı. Geleneksel egemen sınıf ve çevrelerin tamamını kucaklıyormuş
gibi bir izlenim yaratmayı başardı. Bu durum, bir kırılma noktası olan
2007-2008 dönemine kadar devam etti.
AKP, 2008’de büyük bir hız kazanan Ergenekon
operasyonlarıyla devleti bütünüyle ele geçirme hamlesini başlattı. Bu hamle o
güne kadar kurduğu çeşitli ittifaklarda ve kimi uzlaşmalarda da köklü bir
değişiklik yapılacağı anlamına geliyordu. Öyle de oldu. AKP önce, parti içinde
ve dışında denetimli bir ittifak içinde olduğu merkez sağ güçlerle ittifaka son
verdi. Devlette bütün kadroları kendi insan kaynaklarından karşılamaya yöneldi.
TSK’yı “idare etme” tavrına son verdi.
Türkiye’de daha önce iktidar olan merkez sağ partiler ülkeyi
geniş bir koalisyon halinde yönettiler. Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleri ve
tarihsel kazanımlarında kimi gerici-muhafazakâr düzenlemeler yapsalar bile
esasına dokunmadılar. Cumhuriyet’le kavga etmediler. Kavga etmeleri de
gerekmiyordu zaten, sınıfsal olarak konumlarına uygun davranıyorlardı. Önceki
sağ iktidarlar, kadrolarında İslamcılara, muhafazakârlara, demokratlara,
milliyetçilere, hatta dozunda sosyal demokratlara yer verdiler. Sağ
cumhuriyetçi kadrolara dokunmadılar. Solu bütünüyle dışlamadılar.
Ancak AKP, devleti ele geçirdiğini, gücün bütünüyle
kendisinde toplandığını düşündüğü anda koalisyonu bir kenara bırakarak kendi
dar dinci programını uygulamaya yöneldi. Devlet kadrolarını sadece kendi insan
kaynaklarından karşılamaya yöneldi. Böylece, ufuksuz, bilgisiz, kültürel olarak
geri, uzman olmayan, donanımsız bir kadro devlette çok kritik makamları
doldurmaya başladı. AKP hükümetlerinin bakan profili bile, cumhuriyet tarihinin
en geri ve yetersiz heyetini oluşturuyordu.
AKP Hükümeti, 2008 dünya ekonomik krizini de çok özel
uluslararası koşulların bir sonucu olarak hafif atlattı. Sıcak para girişinin
sağladığı geçici ve yanıltıcı rahatlamayı, kendi iktidarını sağlamlaştırmak
için bir fırsata çevirdi. AKP, Bülent Ecevit’in başkanlığındaki 57.Hükümet'in
Kemal Derviş liderliğinde uyguladığı ve küresel mali sermayenin beklentilerine
yanıt veren ekonomik politikaları aynen sürdürerek bu dönemi atlattı. İslamcı
sermayeyi büyüttü.
AKP’nin kurmayı hedeflediği yeni rejimin sınıfsal ve
ekonomik temelini oluşturmaya yönelmesi, İstanbul sermayesinin alanının
daraltılması demekti. Bu durum başlangıçtaki uzlaşmayı bozdu. Rejim değişikliği
köklü bir dönüşüm demekti ve eski dönemin güçlerinin pozisyon kaybetmesi
kaçınılmazdı.
AKP neredeyse bütün İslami cemaat ve tarikatların desteğini
almıştı. Bu destek günümüze kadar geldi. Ancak Erdoğan ve çevresindeki dar bir
grup kutsal hedeflere birebir ulaşmanın gururunu kimseyle paylaşmak
istemiyordu. AKP, gelinen aşamanın yeterli olduğunu, Türkiye’nin artık bir
“ılımlı İslam cumhuriyeti” haline geldiğini, yapılması gereken işin, bu durumu
tahkim etmek olduğunu düşünüyordu. Artık durumu normalleştirmek, diğer bir
anlatımla yeni rejimi garanti edecek bir ortam yaratmak zorunluydu. Bu nedenle
en büyük istikrarsızlık alanı olan Kürt sorununu da yeni rejimi güçlendirecek
bir çizgide çözmek istiyordu. Bu durum, Gülen Cemaati ile AKP’nin yollarının da
ayrılmasına yol açtı. Cemaat devam etmekten, sonuna kadar gitmekten yanaydı.
AKP yükselirken ağırlıklarından kurtulmak istiyor, ama
şartları daha fazla zorlayarak bir kırılmaya yol açmaktan kaçınıyordu. Çünkü
sert bir kırılma, bütün kazanımların yok olmasına yol açabilirdi. Her şey bıçak
sırtında ilerliyordu.
ÇUVALLAYAN DIŞ POLİTİKA
AKP, Büyük Ortadoğu Projesi’nin stratejik bir ürünüydü.
Ilımlı İslam projesinin taşıyıcı örgütü olarak olarak tasarlanmış ve
kurulmuştu. Türkiye’yi, İslam dünyasının, emperyalizmin yeni çıkarları doğrultusunda
düzenleme sürecinde bir model ülke olarak yeniden yapılandırmak için ABD
tarafından projelendirilmişti. Ancak BOP bölgede başarısız oldu. Arap Baharı
denilen dalga, siyasal İslamın büyük bir başarısızlığına dönüştü. Bölgede
şartlar değişti.
AKP bölgede, İslam âleminde ve dünyada yaşanan değişimi
doğru okuyamadı. Kendisine biçilen rolü abarttı. Erdoğan Hükümeti, iç
politikada olduğu gibi, bölgede de dünyada da dar dinci bir politika izlemekte
ısrar etti. Ortadoğu’da bir “Sünni ekseni” oluşturmak için hareket etti. ABD ve
Batı, Tunus, Libya ve Mısır deneylerinin başarısızlığı üzerine Suriye
politikasını değiştirdiği halde, AKP ideolojik tercihleri doğrultusunda hareket
etmeyi sürdürdü. Rusya, İran ve Çin faktörlerini görmedi. Müslüman Kardeşler örgütünün
çizgisine düştü. El Kaide gibi Selefi- Vahabi örgütlerle birlikte profil
vermeye başladı. İdeolojik önyargılarına gerçeği feda etti.
AKP’nin dış politikasındaki büyük başarısızlık, radikal
İslamı güçlendiren çizgisi, ABD ve Batı’nın güvenini sarstı. Mısır’da ısrarla
Müslüman Kardeşleri ve Mursi’yi desteklemesi ABD ve Batı’nın kuşkularını
arttırdı. Erdoğan öngörülemiyor adeta özel bir ajandanın gereklerini yapıyordu.
Dolayısıyla AKP’nin iktidarını borçlu olduğu küresel koalisyon da dağılmaya başladı.
ABD, Erdoğan’dan desteğini çekiyordu. AB ise mesafeyi iyice açtı. “Değerli
yalnızlık” günleri başladı.
CUMHURİYETE KARŞI OSMANLICILIK
AKP, dünyadaki ve bölgedeki toplu durumu (konjöktürü) yanlış
okumuştu. Şartların, bölgesel ve küresel bir güç olmasını sağlayacağını, Sünni
İslama dayalı rejimlerin bölgede egemen olmasıyla, Türkiye’nin, dolayısıyla AKP
iktidarının bu dünyanın lideri olabileceği varsayımı ile hareket etti. Bunu
“Yeni Osmanlıcılık” diye kavramsallaştırdı. Böylece 100 yıllık aydınlanma, modernite
ve cumhuriyet parantezi de kapatılmış olacaktı.
Ancak ufukları imam-hatip okullarının tedrisatıyla sınırlı
matematiksel muhakeme ve bakıştan yoksun, diyalektik düşünme yönteminden
habersiz bu kadro tam anlamıyla çuvalladı. Dış politikada büyük bir
başarısızlık ortaya çıktı. AKP, emperyalizmin bölgesel çıkarlarını savunacak
bir parti olamayacağını ortaya koydu. Burada, bir politik tutum değil,
beceriksizlik söz konusuydu. Değilse AKP, yüz kızartıcı bir işbirliğinin sonucu
ABD desteği ve AB himayesiyle iktidara taşınan, uzun süre orada tutulan bir
partiydi. İyi hizmet etmişti ama artık yeni ihtiyaçları karşılamıyordu. AKP’nin
ihtiraslarıyla çapı arasında uçurum vardı.
DİRENİŞİN ÇÖZÜCÜLÜĞÜ
AKP iktidarında çözülme sürecini asıl başlatan etken ise
2012 yılında ulusal günlerde başlayan kitle eylemlerinin 2013 Haziran ayında
Gezi Direnişi ile büyük bir isyana dönüşmesiydi.
Gezi (Haziran) Direnişi, siyasal ömrünü tamamlayan, kendi
dar ideolojik (dinci) programını “milletin talepleri” diye bütün ülkeye dayatan
AKP çevresindeki koalisyonun çözülmesini tetikleyen bir işlev gördü.
Çünkü AKP sadece sermaye çevrelerinde değil, İslami cemaat
ve tarikatlar dünyasında da artık birleştirici bir parti olarak davranmıyordu.
AKP dar bir “fraksiyon” partisi gibi hareket ediyordu. İçinden çıktığı çevreden
de kopuyordu.
Bu tablonun yarattığı rahatsızlık, Gezi Direnişi ile açığa
çıktı. Gezi eylemleri, sadece geniş halk yığınlarının, yeni işçi sınıfının,
cumhuriyetçi ve yurtsever kitlelerin, sol çevre ve güçlerin birlikte ayağa
kalkışı ve bir “nefsi müdafaa” eylemi değildi. Aynı zamanda iktidar içi
ittifakları da çözdü.
Dalga dalga ülkeyi saran Gezi Direnişi’nin kararlı bir
tekrarı, iktidarın çözülmesi sürecini tam bir siyasal çöküşe çevirecektir. Bu
çöküşün bir daha dönüşü de olmayacaktır.
AKP önümüzdeki yerel seçimlerde gücünü korusa da bu çöküşü
durduramayacak. Yaşamın ve siyasetin diyalektiği bunu gösteriyor.
AKP çok sert bir çöküş yaşayacak. Beklenmedik ve ani bir
çöküş olacak bu. Çünkü iktidar bir siyasal ve toplumsal “normalleşme” için de
çok geç kaldı. Bu gecikme, nerede duracağını bilememekten kaynaklanıyor. AKP,
küresel ve ulusal sistem güçleri tarafından “makul” sayılabilecek bir çizgide
de duramadı. İktidar çevresindeki koalisyonun dağılma nedenlerinin başında bu
olgu bulunuyor.
Liberalleri kullandıktan ve artık ihtiyacının kalmadığını
sandığı andan itibaren buruşuk bir peçete gibi bir kenara atmaya başladı.
Liberallerin bir bölümü ise iktidarı terk etmeye yöneldi. AKP sadece
liberallerle yollarını ayırmakla kalmadı, sekuler milliyetçileri, cumhuriyetçi
merkez sağı, laik muhafazakârları ve otoritesine boyun eğemeyen İslamcıları da
tasfiye etmeye yöneldi.
Unutmayalım; AKP gücünü esas olarak muhalefetin
güçsüzlüğünden alıyor. AKP iktidarını besleyen bu güçsüzlük ise, muhalefetin
dağınıklığı ve örgütsüzlüğünden, dahası programsızlığından kaynaklanıyor
0 comments
Write Down Your Responses