Dünkü gurur tablosu
Sevgili okuyucularım, dün Cumhuriyet’in 90. Yıldönümü’nü hep
birlikte kutladık. Cumhuriyet’in kutlanması, o kavramın sadece anılması
değildir.
Türkiye uygarlığa ve çağdaşlığa yönelişin ilk adımlarını o
gün atmıştır.
Biz Cumhuriyet’i o ilkelerden geriye dönüşün asla
olmayacağını bilerek kutluyoruz.
Caddelerin, meydanların durumunu dün mutlaka izlediniz. Ya
birebir katıldınız, ya da ekranlardan gördünüz.
Milyonlarca Türk insanı Cumhuriyet’in ilke ve devrimlerinin
peşinde sokaklara dökülmüştü.
Anıtkabir, meydanlar ve caddeler “Mustafa Kemal’in askerleri”
tarafından coşkuyla doldurulmuştu.
Ulusal bayram günlerinin kutlanmasına yasak getiren iktidar
ve onun polisi bazı yerlerde yine ortalıkta idi, hiçbir olay olmadığı halde
müdahale ediyordu…
* * *
Çeşitli yerlerde karşılaştığım, ya da önümü kesen binlerce
insandan hep aynı şeyleri duyuyorum:
“Emin Bey bu iş artık bitti. Bunlar ülkeyi ele geçirdi,
gitmeleri mümkün değil… Zaten bizim gibi düşünenlerin sayısı da çok azaldı.”
Bunu söyleyenler bilerek veya bilmeyerek büyük bir yanılgı
içinde.
Bizim gibi düşünenlerin sayısı asla azalmadı.
Milyonlarca kişiyiz. Çok büyük kitleleriz.
Korku toplumu yaratıldı, evet!
İnsanlar sindirildi ve ses çıkaramaz duruma getirildi, polis
devleti kuruldu, evet!
Türkiye eşe dosta peşkeş çekildi ve çekiliyor, evet!
Ama bizler bu evetleri direncimizle kıracağız, direncimizle
yıkacağız.
Pes etmek, yılgınlığa düşmek yok.
Bunları sokakta karşıma çıkıp soran, ya da böyle düşünen,
böylesine bir karamsarlığa düşmüş olan herkese aynen söylüyorum.
İşte, dünkü coşkulu kitleler hepimize örnek olsun. O
kalabalıkları görünce insan nasıl karamsar olabilir?
* * *
Dahasını söyleyeyim, önümüzdeki 10 Kasım günü yine yüz
binlerce insanımız ellerinde Türk Bayrakları’yla Anıtkabir’e sel gibi akıp
Atatürk’ün önünde saygı duruşunda bulunacak.
Şimdi soruyorum, böyle bir olay dünyanın hangi ülkesinde
var?
Taaa 1938 yılında aramızdan ayrılmış olan bir fani… Aradan
geçmiş koskoca 75 yıl…
Ve o insan, milleti tarafından unutulmamış.
Böyle ikinci bir örnek dünyanın neresinde var?
Efendim günün birinde AKP diye bir parti gelmiş, devleti ele
geçirmiş, Türkiye’yi din devleti yapma çabalarına girişmiş!..
Mümkündür, olabilir! Ama her şeyin bir çaresi, her gelişin
bir gidişi vardır.
* * *
Osmanlı çürümüş, bitmiş, yıkılmak üzere idi.
Başkenti İstanbul dahil her yeri işgal edilmiş, bütün
cephelerde yenik duruma düşmüş, Mondros ve Sevr antlaşmalarını imzalamıştı.
O günlerde acaba kaç kişinin aklına iyimser tahminler
gelirdi! Kaç kişi “Biri çıkıp bizi bu bataklıktan kurtaracak” diye düşünürdü!
Sadece içimizden birileri değil, ülkemizi işgal eden
Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya gibi ülkelerde hangi devlet
adamının böyle bir şey düşünmesi mümkündü!
Ama oldu.
Bir kahraman çıktı ve binbir güçlükle boğuşarak işi bitirdi.
Bağımsızlığımızı kazandık,
Cumhuriyet’i kurduk.
Falih Rıfkı Atay, Osmanlı döneminde Suriye’de Ordu Komutanı
Cemal Paşa’nın karargahında görevli. O günleri anlattığı Zeytindağı isimli
eserinde bakınız ne diyor:
“O sırada Türkiye’ye birkaç yıl sonra Atatürk gibi bir
adamın geleceği düşünülemezdi. Böyle bir şeyin fantezi romanlarında bile yeri
olamazdı…”
Bu iki cümle, şimdi karamsarlığa kapılan, “Eyvah, bunlar
artık gitmeyecek” diyen herkesin kulağına küpe olmalıdır.
Gidecekler, elbette gidecekler…
Sadece zamanını bilemiyoruz. Biraz daha sabırlı olmamız
gerekiyor.
Dünkü Cumhuriyet coşkusu bize bunu bir kez daha gösterdi.
Emir geldi, ört kafanı!
Sevgili okuyucularım, Türkiye’de Müslümanlık sömürüsünün
nasıl yapıldığını, kutsal dinimizin bir parça beze nasıl endekslendiğini artık
hepimiz biliyoruz.
Bunların kafasında varsa yoksa türban, varsa yoksa sıkmabaş!
Bunun çıkar yol olmadığını bildikleri için sıkmabaşa kendi
kafalarına uygun yeni bir tanım getirdiler:
Başörtüsü!
Oysa hiç ilgisi yok. Başörtüsü Türk kadınının geleneksel
örtüsüdür. O örtüde, o yemenide “Saç kılları görülmeyecek” diye bir zorlama
yoktur. Saçın en az yarısı açıktır. Altına pardösü gibi bir üniforma giyilmez.
Bu iktidarın bütün derdi, sıkmabaşı siyasi bir simge olarak
kullanıp özellikle genç kızları ve kadınlarımızı bu yolla, Müslümanlık adına
sömürmektir.
Sadece onları değil, ellerine geçirdikleri devleti de bu
yolla sömürmektir.
* * *
Üç adet AKP’li kadın milletvekili geçtiğimiz günlerde
Mekke’ye gidip hacı oldular.
Allah kabul etsin!
İktidar, tam da Kurban Bayramı öncesinde kamu kurumlarında
sıkmabaşı serbest bıraktı.
Kamu görevlileri örtünür de, AKP’li kadın milletvekilleri
örtünmez mi!
Yüksek yerden, padişah hazretlerinden onlara da emir geldi:
“İsteyen milletvekili arkadaşlar örtünsün. Memnun olurum!
Şimdilik üç kişi yeter.”
Mekke’ye gönderilip hacı yapılan üç kadın milletvekili
kararlarını hiçbir baskı
altında kalmadan (!) açıkladılar:
“Biz hacı olduk, artık örtünmeye karar verdik!”
* * *
Şimdi örtünecek olan o milletvekillerinin isimlerini daha
önce hiç duymamıştık.
Meclis çalışmalarında neredeydiler, ne yaparlardı, hiç kimse
bilmiyor.
Aynen eski futbolcu, AKP Milletvekili Hakan Şükür gibi.
Meclis’te var mı, yok mu, ne iş yapar belli değil. Ama her
hafta sonu Lig TV
ekranlarında onu büyük paralar karşılığında maç yorumu
yaparken izleyebilirsiniz.
Meclis’te yok, futbolda var.
Peki şimdi örtünmeye karar veren o kadın milletvekilleri
nerede? Meclis’te yoklar ama başka yerde de görülmediler.
Yarın Meclis’e örtünüp geleceklermiş.
Tanıyanlar onları o güzelim saçları ile anımsayacaklar!
Milletin iradesini temsil ettiği iddia edilen Meclis’te bir
bu eksikti. Yıllar önce Meclis’e örtülü gelip kovulan ABD vatandaşı Merwe’den
sonra şimdi karşımızda yeni bir üçlü! Bakarsınız sayı artar…
Müslümanlık uğruna! Nasıl bir Müslümanlıksa!..
Yüksek yerden emir geldi, üçü birden yarın örtünmüş
olacaklar. Yeni bir emir gelirse belki o zaman açılacaklar!
Bu arkadaşlar acaba robot mu, emir kulu mu, hangisi?
Madem örtünmek gerekirmiş, bugüne kadar açık oldukları için
günaha girdiler mi?
Vay benim kutsal dinim vay, siyaset uğruna ne durumlara
düşürdüler seni.
Emin Çölaşan
0 comments
Write Down Your Responses