Erdoğan hakkında kimyasal suçlaması
Halkın Kurtuluşu Partisi,
Başbakan Erdoğan hakkında Gezi eylemleri nedeniyle suç duyurusunda bulundu.
Partinin genel başkanlık
vekilleri tarafından yapılan suç duyurusunda, Gezi eylemleri sırasında Başbakan
Erdoğan’ın eylemcileri hedef alan açıklamalarına yer verildi. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nin biber gazı hakkında verdiği kararlardan da örneklerin
verildiği suç duyurusunda, Gezi eylemleri sırasında Başbakan Erdoğan’ın “vur emri”
verdiği yönünde açıklamalar yapan Taraf Gazetesi yazarı Emrullah Uslu’nun tanık
sıfatıyla ifade vermesi istendi.
İşte Halkın Kurtuluşu Partisi’nin
Başbakan Erdoğan hakkında verdiği suç duyurusu:
"Bilindiği gibi, 27 Mayıs
2013 Pazartesi gecesi ve 28 Mayıs günlerinde İstanbul Taksim’deki Gezi
Parkı’nda yıkım çalışmaları başlatılmıştı. Bu yıkım, 2 No’lu Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu kararı yok sayılarak ve hiçbir yıkım emri olmaksızın
başlatılmıştı.
Yıkımın hem usulsüz olması ve hem
de çevreye verilen zarar nedeniyle İstanbul Halkında büyük bir tepki uyandırdı.
Gezi Parkı’na sahip çıkmak için onlarca yurttaş parkta beklemeye başladılar.
Ancak İstanbul polisinin tazyikli su, biber gazı ve coplu şiddetine maruz
kaldılar. Polis, gece yarısı baskınları yaparak parka sahip çıkan insanların
çadırlarını yaktı. Polisin bu orantısız güç kullanımı ve acımasız saldırganlığı
karşısında Türkiye’nin dört bir yanında da tepkiler oluşmaya başladı. “Her Yer
Taksim Her Yer Direniş” sloganı ile milyonlarca insanımız Taksim Gezi Parkı’na
ve parkı savunan İstanbullulara sahip çıktı.
BAŞBAKAN ERDOĞAN HALKI KİN VE
DÜŞMANLIĞI TAHRİK ETTİ
Ülkenin dört bir yanına yayılan
bu eylemler, Anayasada yer alan ve Uluslararası Sözleşmelerle İç Hukuka girmiş
olan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme, Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü
şeklindeki demokratik tepki hakkının kullanılmasından başka bir şey değildi.
Ancak Halkımızın bu demokratik hakkını kullanması, başta şüpheli Tayyip Erdoğan
tarafından; “üç beş çapulcuya pabuç bırakmayız, bizi destekleyen % 50’yi
evlerinde zor tutuyoruz” şeklindeki ifadelerle aşağılanması bir yana, halkın
yarısı diğer yarısına karşı kin ve düşmanlığa tahrik edilmiştir. Şüpheli Tayyip
Erdoğan bu konuşmaları bir kez değil birden fazla yapmış ve TCK’nin 216. Maddesinde
tanımlanan suçu bilerek ve isteyerek işlemeye devam etmiştir.
Tayyip Erdoğan’ın bu bölücü ve
aşağılayıcı sözlerinden sonra, başta İstanbul, Ankara, İzmir, Hatay olmak üzere
ülkenin dört bir yanında değişik biçimlerde gündeme getirilen gösterilerin
hemen hemen hepsi, polis tarafından hiçbir dağılın uyarısı yapılmadan ve azgın
bir şiddetle bastırılmaya çalışılmıştır. Bu şiddetin boyutu Haziran ayı boyunca
artarak devam etmiş, Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarına da yayılmıştır. Polisin
bu şiddeti aynı zamanda bir kısmı naklen olmak üzere yazılı ve görsel medyada
yer almıştır.
Polis, protestolara katılmayan
vatandaşlara dahi saldırmıştır. Rastgele kullandığı biber gazı tüfeklerini
insanları yaralamak veya öldürmek üzere çok yoğun bir şekilde hedef gözeterek
kullanmıştır. Bu silahları kapalı mekânlara ya da konutlara atmış, çeşitli
dükkânlara ve evlere mahkeme kararı olmadan zorla girmiştir. Yüzlerce metre
uzağa yayılan biber gazları nedeniyle, özellikle de yaşlı, çocuk, hasta, güçsüz
ve direnci zayıf olan on binlerce yurttaş bu durumdan günlerce
etkilenmişlerdir. Binlerce yurttaş, evlerinin ve bulundukları mekânların
camlarını kapadıkları halde biber gazının etkisine maruz kalmışlardır. Biber
gazından etkilendiği için okula gidemeyen çocuklar, işe gidemeyen yurttaşlar
olmuştur. Halktan bazıları ise biber gazının tetiklediği bir rahatsızlıkla
başlayan kalp krizi sonucu yaşamlarını yitirmiştir.
DÜŞMAN CEZA HUKUKU UYGULANDI
2 Haziran günü, anlatılagelen
hukuksuz polis şiddeti kapsamında, müvekkil Partinin Ankara Karanfil Sokak’ta
bulunan dördüncü kattaki Genel Merkez binasının camına da 3 adet gaz bombası
atılmış, camı kıran ve içeri giren gaz bombaları sebebiyle parti binası
içerisinde bulunan üyelerimiz ve partimize sığınan yurttaşlar, kapalı mekanda
soluksuz kalmışlar, bazıları bayılmışlardır. Parti binası içinde bekleyen
insanlar, hangi “yasa dışı eylem” sebebiyle dağıtılmak istenmişlerdir?
Görüldüğü üzere polis, bir kolluk önlemi olarak değil, bir cezalandırma aracı
olarak bu ve benzeri saldırılarını gerçekleştirmiştir. Polis, kolluk görevlisi
olmaktan çıkmış, açıkça düşman ceza hukuku uygulamıştır.
Ayrıca birçok ilde polisle
birlikte hareket ederek göstericilere çivili sopalar ile saldıran siviller
ortaya çıkmış, daha sonra bu kişilerden bir kısmının sivil polis olduğu
kanıtlanmıştır. Ayrıca, bu kişilerin polis ile birlikte yakaladıkları kişilere
işkence yaptıkları da medyada yer almıştır. Polisin müdahaleler sırasında kask
numaralarını çeşitli yöntemlerle kapattığı gözlemlenmiştir. Polislerin
tanınmamak için kask numaralarını kapatma ihtiyacı duymaları yaptıkları
müdahalenin yasadışı olduğunu bildiklerini ve suç işlemek kastıyla hareket
ettiklerini açıkça göstermektedir.
Sonuçta; bizzat İçişleri
Bakanlığı’nca yapılan açıklamaya göre Bayburt hariç 80 ilde 3,5 milyondan fazla
insanın katıldığı Gezi Parkı’na sahip çıkan göstericilere karşı uygulanan polis
teröründe 10 binden fazla insanımız yaralanmış, onlarca insanımız gözünden,
ayağından ve çeşitli yerlerinden sakat kalmış, 6 tane gencimiz katledilmiştir.
Adana’da ise bir polis memuru köprüden düşerek hayatını kaybetmiştir.
Polis toksin bir madde olan Biber
Gazını gaz etkisinin yan sıra fişeklerini yurttaşların baş kısmını hedef alarak
ateşleyerek doğrudan silah olarak da kullanmıştır. Çok sayıda yurttaşımız söz
konusu yaralanmalar neticesinde gözünü kaybetmiştir. Kafatası kırığı ve beyin
kanaması geçiren, beyninde yabancı cisim bulunan hastalar vardır.
BİBER GAZI ve ETKİLERİ:
Uzmanların açıklamalarına göre;
Toksin içerikli bir madde olarak kullanıldığında “… göz yaşartıcı gazlar ile
temas olduğunda vücutta erken dönemde meydana gelen sağlık sorunları şöyledir;
kimyasala maruziyetten 10-30 saniye sonra bulgular görülmeye başlar. Hızla göz,
burun, üst solunum yolu mukozası inflame olur, ödem gelişir. Gözde; göz
yaşarması, kızarıklık, konjunktival inflamasyon, ağrı, deride; kaşıntı,
kızarıklık, eritem, ödem, alerjik dermatit, soyulma, yanma hissi; Solunum
sisteminde; burunda irritasyon, burun akıntısı, bronşlarda daralma, boğazda
yanma hissi, öksürük, hapşırma, kısa kısa soluma görülmektedir. Sistemik ve
akut etkileri; oryantasyon bozukluğu, panik, motor koordinasyon kaybı, bulantı
kusma, diare, akut akciğer ödemi, ciddi solunum sıkıntısı, solunum durması,
hipertansiyon atağı gibi etkiler yaratabilmektedir. Yanı sıra santral sinir
sisteminde de hasarlar olabilmekte ve meydana getirdiği kardiyak ve solunum
semptomlarına anksiyete ve panik atağa neden olduğu bildirilmektedir. Yoğun
kullanımında ya da kalp yetmezliği nefes alma ile ilgili çeşitli rahatsızlığı
olanlarda doğrudan ölümcül etkileri vardır.”
Yalova’da polisin kullandığı
Biber Gazı’na maruz kalan bir gencin ölümünden sonra Türk Tabipler Birliği
tarafından yapılan 30 Mayıs 2012 tarihli açıklamada şöyle denilmişti:
“Bir kez daha yineliyoruz; Biber
gazı sağlığa zararlıdır. Ciddi göz hastalıkları, astım ve akciğer ödemi,
hipertansiyon ve kalp yetmezliği, beyin kanamasına neden olur. Biber gazı
öldürür. Biber gazına maruz kalmak; kalp ve solunum sistemini etkileyerek
öldüren bir dizi mekanizmayı tetiklemektedir. Biber gazı silahtır. Topluluklara
fütursuz ve yoğun kullanımda; gazı içinde barındıran düzenek (kanister)
yaralanmasına bağlı olarak öldürmektedir. Biber gazı uygulanmasında sorumluluğu
olan her kademeden görevlinin ölüme sebep olmaktan soruşturulması ve
cezalandırılması gerektiği düşüncemizi kamuoyuna duyururuz.”
Son olarak; Çukurova Üniversitesi
Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından hazırlanan 12/09/2013 tarih ve
54014131/6233 sayılı “UZMAN GÖRÜŞÜ”nde de Polisin göstericilere karşı
kullandığı gazın etkileri şöyle tanımlanmıştır:
“Anabilin dalımıza 09.09.2013
tarihinde Adana Milletvekili Ümit Özgümüş imzası ile verilen dilekçede;
“08.09.2013 günü gösteri yapan kalabalığa müdahale eden polisin TOMA’lardan
sıktığı renkli su, birçok vatandaşın vücudunun yanmasına ve kasılma nöbeti
geçirmesine neden olduğu, müdahaleye maruz kalan Onur Can Taşdemir’in
gömleğinin ve ekte sunulan hastane raporunun incelenerek sıkılan madde
içeriğinin ne olduğu konusunda rapor düzenlenmesi” istenmektedir.
“Onur Can Taşdemir’e ait Özel
Adana Hastanesinin 08.09.2013 tarih ve 18283 sayılı adli rapor formu ile şahsa
ait olduğu belirtilen poşet içerisinde ıslak beyaz gömlek toksikolojik
incelemeye alındı.
“Literatür incelemesinde.
Oleoresin capsicumun. Kırmızımsı kahverengi renginde, yağımsı sıvı şekilde
olduğu, suda çözünmediği, sadece metanol, aseton, kloroform vb. çözücülerde
çözüldüğü. Capsaicin yapısında iki önemli analoğu olan: dihydrocapsaicin ve
nordihydrocpsaicin bileşenlerine sahip olduğu belirtilmektedir.
“Ayrıca maruz, kalanlarda, maruz
kalmanın şiddeti ve süresine bağlı olarak değişen klinik bulgular olduğu,
bunların gözlerde (yanma, yaşarma, blefarospazm...), solunum yollarında (burun,
boğaz yanmasından öksürük krizi ve nefes darlığına, apne nöbetine...), ciltte
(yanma ve ağrı hissinden akut ağrılı eritemaya) semptomlar oluşturduğu, hatta
bazı olgularda ölüme neden olduğu belirtilmektedir.
“Gömleğin analizinde:
Vaerenbergh’in (2011)’de yaptığı analiz metodu modifiye edilmiştir. Şâhısa ait
gömleğin belli noktalarından alınan örneklem kloroform ile ekstrakte edildikten
sonra, Gaz kromatografi-Kütle Spektrometresinde analiz edilmiş ve gömlekte dihydrocapsaicin
tespit edilmiştir.” (Anılan Raporu ekte sunuyoruz.)
Görüldüğü gibi, bilimsel olarak
sağlığa zararlı olduğu, altta yatan kimi hastalıkların varlığında ölümcül
sonuçlar yaratabildiği bilinen biber gazının toplumsal olaylarda fütursuzca
kullanılıyor olması başlı başına bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir.
İnsan sağlığını bu derece yakından ilgilendiren bir konuda başta Türk Tabipler
Birliği olmak üzere ulusal ve uluslararası birçok kurum ve kuruluşun tehlikeye
dikkat çeken uyarıları ve şikâyetleri olduğu halde Tayyip Erdoğan ve Muammer
Güler tarafından bu gazın kullanılmasının engellenmemesi hatta bizzat şüpheli
Tayyip Erdoğan’ın Çevik Kuvvet polislerine yaptığı bir konuşmada; “polisimiz
destan yazmıştır” diyerek yapılan saldırıları “yüceltmesi” yukarıda belirtilen suçların kasten
işlendiğini göstermektedir.
BİBER GAZININ ULUSAL-ULUSLARARASI
HUKUK ve AİHM UYGULAMASINDA YERİ:
1972 yılında 167 ülke tarafından
imzalanan Cenevre Antlaşması’na göre; biber gazının başka ülke halklarına karşı
kullanılması yasaklanmıştır. Bu antlaşma 4 Nisan 1997 tarihinde kabul edilen
“Kimyasal Silahların Geliştirilmesinin, Üretiminin, Stoklanmasının ve
Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşmenin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” TBBM tarafından onaylanmış ve 10
Nisan 1997 tarih ve 22960 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş
ve iç hukuk normu halini almıştır.
Ancak yukarıdan beri özetçe
anlatıldığı şekliyle Türkiye, başka ülke halklarına karşı kullanmamayı kabul ettiği
biber gazını, yürütme erkini elinde bulunduran şimdiki iktidar eliyle kendi
halkına çekinmeden, sınırsızca ve fütursuzca kullanmıştır. Bir başka anlatımla,
siyasi iktidar düşmanına sıkamadığı biber gazını kendi vatandaşına hem de
öldüresiye sıkmaktadır.
Ülkemizde biber gazı Gezi
Protestolarından önce de kullanılmaktadır. Bu nedenle AİHM; önüne gelen
başvurularda Türkiye’yi “Aşağılayıcı ve insani olmayan muameleden” mahkûm
etmektedir.
Örneğin 2006 yılı Mart ayında,
Diyarbakır’da yapılan bir eylem sırasında, burnuna biber gazı kapsülü isabet
eden 13 yaşındaki Abdullah Yaşa’nın yaptığı başvuruda Mahkeme, Türkiye’nin
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkencenin, insanlık dışı ve kötü
muamelenin yasaklanmasına ilişkin 3. maddesini ihlal ettiğine hükmetti.
Yine Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi; Polisin göstericilere hukuka aykırı olarak uyguladığı şiddete
ilişkin Subaşı ve Çoban/Türkiye kararında (09.07.2013, Başvuru no: 20129/07)
da; başvurucuların maruz kaldıkları şiddetin insanlık dışı muamele olduğu ve
savcılık tarafından etkin soruşturma yapılmadığı gerekçeleriyle Sözleşmenin 3.
maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bu kararın devamında mahkeme;
* Sözleşme’nin 3. maddesi: “Hiç
kimse işkenceye, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi
tutulamaz.” demiştir.
* Mahkemeye göre, 3. madde
demokratik toplumun en temel değerlerinden birini içermektedir. Sözleşme,
koşullar ve mağdurun davranışı ne olursa olsun, işkenceyi ve insanlık dışı veya
onur kırıcı muamele veya cezayı mutlak terimlerle yasaklamaktadır.
Kötü muamelenin Sözleşme’nin 3.
maddesi kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşması
gerekmektedir. (Labita vs. İtalya, 06 Nisan 2000, Başvuru no: 26772/95)
* Somut olayda, Mahkemeye göre
01.05.2006 tarihinde İzmir Barosu tarafından çekilen fotoğraflarda görülen yara
izleri ile (cop izi özellikle belirtilmiş) mağdurların aynı tarihte aldıkları
sağlık raporları örtüşmektedir, Sunulan fotoğraflar ve sağlık raporlarına göre,
mağdurlar üzerinde çeşitli yara, çizik ve şişlikler, atılan biber gazından
dolayı bulantılar ve psikolojik rahatsızlık belirtileri bulunmaktadır.
* Sözleşme’nin 3. maddesi
çerçevesinde, güç kullanımı ancak zaruri olduğu hallerde gerçekleşmeli ve aşırı
olmamalı / orantılı olmalıdır. (Rehbock vs. Slovenya, 28 Kasım 2000, Başvuru
no: 29462/95)
* Somut olayda, hükümet
savunmasında mağdurların yaralanmalarının kaos ortamından kaynaklandığı
belirtilmiş olup, hükümet tarafından mağdurların eylemde bulunmadıklarına
ilişkin herhangi bir beyanı bulunmamaktadır. Hükümet video görüntülerinde
başvuruculardan birine benzeyen birinin görüldüğünü savunsa da, Mahkemeye göre,
başvurucuların polis ile karşı karşıya gelen grubun içerisinde olup
olmadıklarına ilişkin somut bir delil bulunmamaktadır.
* Kolluk kuvveti müdahalesinin
eylemcilere karşı herhangi bir fiziksel zarar riskini en geniş şekilde azaltmak
üzere düzenlenmesi zorunludur. Mahkemeye göre, somut olayda kolluk kuvveti
eylem yerine hazırlıklı gelmiştir. Şu halde, göstericilere karşı kullanılan
gücün, onların fiziksel zarar görmeleri riskini asgari düzeyde tutacak şekilde
planlaması fiilen mümkündür (ancak yapılmamıştır). Bu değerlendirmeler
sonucunda, başvuruculara karşı aşırı gücün haksız olduğuna kanaat
getirilmiştir.
* Başvurucuların maruz kaldıkları
muamele, ciddi bir şiddet seviyesine ulaştığından, Mahkeme tarafından insanlık
dışı muamele olarak nitelendirilmiş ve Sözleşmenin 3. maddesinin ihlal
edildiğine karar verilmiştir.
Görüldüğü gibi, Gezi Protestoları
sürecinde polisin adeta katliam yaparcasına kullandığı biber gazlı müdahaleleri
AİHS’nin 3. Maddesinde öngörülen; “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı veya
aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz” hükmüne aykırı olduğu AİHM
kararları ile sabittir.
Ayrıca yukarıda kısaca izah
edilen fiillerin; halkın bir bölümüne karşı toptan uygulanması göz önüne
alındığında “İnsanlığa Karşı Suç İşleme”yi cezalandıran TCK’nin 77. Maddesi
kapsamında kaldığı açıktır. Şüphelilerden Tayyip Erdoğan ve Muammer Güler’in,
halka yönelik polis şiddetini durdurmak için emir vermek yerine, yaptıkları
konuşmalarda ve basına verdikleri demeçlerde, şiddeti onaylayan, hatta teşvik
eden bir yaklaşım içinde olmuşlardır. Buradan aldıkları güçle polis artık biber
gazı ile yetinmemekte, bu şiddetinin yanında artık gerçek mermi kullanmaktadır.
Hatay ve Ankara’da gerçek mermiyle insanlar öldürülmüştür.
Yargıtay da vermiş olduğu son
kararlarda, gaz bombası mekanizmasını SİLAH olarak tanımlamıştır.
Daha önemlisi Taraf Gazetesi
yazarı Emre Uslu tarafından, Tayyip Erdoğan’ın VUR EMRİ verdiği açıklanmıştır.
Soruşturma makamının bu konunun üzerine giderek anılan yazarın ifadesine
başvurmasını talep ediyoruz.
Sonuç olarak; yukarıdan beri
açıklandığı üzere, insan sağlığına zararları ve öldürücü etkisi bilimsel olarak
kanıtlanan Biber Gazının ve gaz bombasının kullanılması, bunun yanında diğer
şiddet araçlarıyla, Halkımızın demokratik haklarını kullanmasının engellenmesi,
bizzat Tayyip Erdoğan tarafından Havaalanı çıkışında gece yarısında mitingler
düzenlenerek, aşağılayıcı, kışkırtıcı konuşmalarla halkın birbiri aleyhine kin
ve düşmanlığa sevk edilmesi, kanunsuz emirler verilmesi ve bu emirlerin
uygulanması, şüphelilerin 28 Mayıs 2013’den bu yana aylarca yukarıda belirtilen
suçları işlediklerini göstermektedir. Bu nedenle yargılanmaları için işbu suç
duyurusunu yapma zorunluluğu doğmuştur.
SONUÇ ve İSTEM: Yukarıda
açıklandığı üzere öncelikle;
1- Gerek internetten gerekse
yazılı ve görsel basında çıkan polis terörüne ilişkin bilgilerin temini
açısından medya kuruluşlarından tüm video, resim ve haberlerin yazarlarının ve
fotoğraf çekenlerinin isimleriyle birlikte istenmesine,
2- Şüpheli Tayyip Erdoğan’ın VUR
EMRİ verdiği yönünde açıklamalar yapan Taraf Gazetesi yazarı Emre Uslu’nun
tanık sıfatıyla ifadesinin alınmasına,
3- Tespit edilecek kişinin kasten
öldürmeye teşebbüsten ve işkenceden yargılanmasının temini ile
4- Polis terörüyle yukarıda yer
verdiğimiz ölümler, göz kayıpları, kafa travmaları ile kimyasal silah
kullanılmasına icazet verilmesi nedeniyle bu izni veren diğer şüphelilerin 5237
Sayılı Kanunu 37. maddesi uyarınca müşterek fail olarak yargılanması için
soruşturulmasına,
5- Soruşturma sırasında ortaya
çıkabilecek ve resen takdir edeceğiniz diğer şüpheliler hakkında da işlem
yapılması ile delillerin kaybolmaması için olay yeri görüntülerinin temini için
derhal emniyet görevlilerine yazı yazılmasına, görüntülerin zaman içinde
silinmesini engellemeye yönelik tedbirlerin alınmasına karar verilmesini,
Sonuçta da şüpheliler hakkında
soruşturma başlatılarak, iddianame düzenlenip anılan maddelerden yargılanmaları
ve cezalandırılmaları için kamu davası açılmasını vekâleten dileriz. 24/09/2013
Suç Duyurusunda Bulunan Halkın
Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı Vekilleri
Avukat Metin BAYYAR Avukat Sait KIRAN Avukat Doğan ERKAN"
0 comments
Write Down Your Responses